İşçi sınıfı ve emekçiler olarak, emperyalistlerin ve onların taşeronluğunu yapan saray rejiminin bölgede izlediği politikaların ardındaki gerçekleri görmeliyiz. “Fetih ruhu” adı altında yayılan milliyetçi propagandaya kanmamalıyız. Yağma ve talan politikalarına karşı çıkmalıyız. “İşçilerin birliği, halkların kardeşliği” mücadelesini büyütmeliyiz.
2024 yılının son haftalarının en önemli gelişmelerinden biri Suriye’deki Esad rejiminin cihatçı çeteler eliyle yıkılması oldu. Bu çeteler, tasmalarını ellerinde tutan Amerikan emperyalizmi ve siyonistler tarafından beslenip büyütüldü. AKP-MHP iktidarı ise yıllar boyunca bu çeteleri maddi olarak destekledi, eğitti, donatıp sahaya sürdü. Özellikle İdlib bölgesinde hakimiyet kurmalarında temel bir rol oynadı.
Emperyalist güçler, geçmişten bugüne Suriye’yi “özgürleştirmek”ten bahsediyorlar. Daha önce Irak ve diğer bölge ülkelerine dönük işgal ve saldırılarını meşrulaştırmak için de kullandıkları bu söylemin hiçbir inandırıcılığı bulunmuyor. Emperyalistlerin ne bölge halklarının özgürlüğünün sağlanması ne de refaha ulaşması gibi bir dertleri var. Onlar yalnızca hegemonya mücadelesinde güçlenmeyi, egemenlik ve nüfuz alanlarını genişletmeyi hedefliyorlar.
Bu politikaların bedelini ise bölge halkları ağır bir şekilde ödüyorlar. Etnik ve mezhepsel zenginliğe sahip bölgede daha şimdiden Aleviler ve Hristiyanlar katlediliyor. Başta Kürt halkı olmak üzere diğer etnik kesimlerin kazanımları tehdit altında. Önümüzdeki süreçte cihatçı çeteler eliyle bölge halklarını büyük bir yıkım bekliyor.
Peki Türk sermaye devleti Suriye’de ne arıyor? Buradaki IŞİD artığı çeteleri neden yıllardır besliyor?
Türk sermaye devletinin öncelikli amacı, emperyalist güçlerin yağma savaşında taşeronluk üzerinden de olsa pay kapmak. Bölgeyi sermaye sınıfı için bir yatırım ve kar kapısına dönüştürmek. Parsadan pay kapabilmek için sermaye gruplarının iştahları çoktan kabardı bile. Saray rejiminin temsilcileri üzerinden diplomatik ziyaretler yapılıyor. Sermaye grupları seferler düzenliyor, inşaat şirketleri ofisler açmaya başlıyor. Üretilen malların satılacağı pazarları genişletmek, hammadde kaynaklarına el koymak, savaşlarla kentleri yıkıp yeniden yapmak emperyalist-kapitalist sistemin doğasında var.
“Terör tehditi” iddiasıyla Suriye Kürtlerinin kazanımlarını yok etmek sermaye devletinin bir diğer temel hedefi. Oysa Suriye devletinin de yıllardır yok saydığı Suriye Kürtlerinin kazanımlarına dönük saldırılar bugüne kadar halklar arasına serpilen düşmanlık tohumlarını yeşertmek dışında bir işe yaramadı ve yaramayacak.
Kapitalistler büyük bir açgözlülükle yağma peşinde koşabilirler. Yol açtıkları acılara, akan kana ve gözyaşına aldırmayabilirler. Ancak Türkiye ve Suriye halklarının bu politikalardan hiçbir çıkarı yoktur. Kazanacak birileri varsa, onlar da kapitalistlerden başkası değildir.
Öte yandan saray rejimi Suriye’nin yeni efendisi rolünü üstlenmeye çalışırken, emekçilerin vergilerinden oluşan bütçenin önemli bir kısmı savaş politikalarına ayrılmaktadır. “Fetihçi politikalar”la sahte hayaller yayılarak, sosyal yıkım saldırıları sorunsuzca uygulanmak istenmektedir.
İşçi sınıfı ve emekçiler olarak, emperyalistlerin ve onların taşeronluğunu yapan saray rejiminin bölgede izlediği politikaların ardındaki gerçekleri görmeliyiz. “Fetih ruhu” adı altında yayılan milliyetçi propagandaya kanmamalıyız. Yağma ve talan politikalarına karşı çıkmalıyız. “İşçilerin birliği, halkların kardeşliği” mücadelesini büyütmeliyiz.