Bugün milyonlarca işçi ve emekçi açlık ve yoksullukla boğuşuyorsa, ülke emperyalist tekeller tarafından talan ediliyorsa, birileri lüks ve sefahat, bizler açlık ve yoksulluk içinde yaşıyorsak, bilmeliyiz ki bu 15 yiğit insan bunun için katledildiler. Daha baştan emekçi sınıfların taleplerini zorbalıkla ezmeye çalışan bu cumhuriyetin biz işçi sınıfı ve emekçilere verecek hiçbir şeyi yoktur.
1921’in 28 Ocak’ını 29’una bağlayan gece bir kayığa zorla bindirilen 15 komünist öldürülerek Karadeniz’in derin sularına atıldılar. Bugün hepsinin isimlerini bile tam olarak bilemediğimiz bu komünistler Bakü’de kurulan Türkiye Komünist Fırkası’nın üye ve yöneticileriydiler. Kafilede partinin başkanı Mustafa Suphi ve genel sekreteri Ethem Nejat da yer alıyordu. Anadolu’da süren mücadeleye katılmak, bu mücadeleyi işçi sınıfı ve yoksul köylüler için bir sosyal kurtuluşa dönüştürmek istiyorlardı. Bu insanlar bütün halkların özgür, eşit ve kardeşçe yaşadığı, sömürü ve baskının olmadığı bir ülkenin hayalini kuruyorlardı. Kurtuluş Savaşı’nı destekliyorlar, ancak önderliği burjuva ve feodal sınıfların elinde kaldığı sürece bu mücadelenin işçi, emekçi ve yoksul köylüler için gerçek bir kurtuluş sağlamayacağını biliyorlardı.
28 Aralık günü Kars’a giriş yapan kafile üç hafta burada bekletildi. Kafileyi karşılayan, sonradan milli mücadelenin en önemli kahramanlarından biri ilan edilecek olan Kazım Karabekir’di. “Paşa” bir yandan gelenleri oyalarken öte yandan onların geçeceği her yerde protestolar yapılması için tertipler oluşturacaktı. Gelen “misafirler”in Ankara’ya varışlarının engellenmesini bizzat Mustafa Kemal emretmişti. Bu konuda görevlendirilen Erzurum Valisi ile birbirlerini, düzenlenecek provokasyonların “komünizme karşı değil, sadece bu kişilere karşı görünmesi” konusunda uyarıyorlardı. Zira Rusya’daki işçi hükümeti süregiden Kurtuluş Savaşı’nın en büyük destekçisiydi. Ve onların şiddetli bir tepkisini almak istemiyorlardı.
Üç hafta sonra nihayet hareket edebilen kafile, Erzurum’da özel olarak planlanmış protesto ve saldırılarla karşılaştı. Ancak inançla yollarına devam etmeye çalıştılar. Halkın tepkisi bahanesiyle Trabzon’a yöneltildiler. Yol boyunca düzenlenen provokasyonlar burada ayrı bir boyuta ulaştı. Zorla kayıklara bindirildiler. Mustafa Kemal’in özel koruması olan Topal Osman’ın emri ile Yahya Kaptan adlı kişinin komutasındaki bir “çete” tarafından vahşice katledildiler. Kafileden tek öldürülmeyen kişi Mustafa Suphi’nin eşi Maria oldu. Yıllarca Yahya Kaptan tarafından alıkonuldu. Tecavüzlere uğradı. Sonra da bir köle olarak satıldı.
Onlar ideallerine bağlı ve yurtseverdiler. Marksizme, işçi sınıfı ve emekçilerin kurtuluş mücadelesine inanmışlardı. Sınıfsız ve sömürüsüz bir dünya için mücadele ettiler, sınıf düşmanları tarafından alçakça katledildiler.
***
Tarihin karanlık dehlizlerinde unutturulmaya çalışılan bu katliam biz işçiler için çok büyük bir önem arz etmektedir. Bugün içinde yaşadığımız bu baskı, sömürü ve açlık düzeni tam da 15’lerin kanları üzerine kuruldu. Suphiler’in katledilmesini, ülke içinde komünizm ve Bolşevizm yanlısı örgütlenmelerin tasfiyesi izledi. Böylece burjuvazi işçi sınıfının bağımsız siyasal örgütlenme arayışını daha baştan ezdi. Yeni kurulan cumhuriyet böylelikle burjuvazinin ve toprak ağalarının kesin egemenliği altında biçimlendi. İşçi sınıfı ve emekçilerin talepleri yok sayıldı. Sermaye sınıfı işçi sınıfı ve emekçileri semirerek büyürken, ülke kısa zamanda yeniden emperyalizme bağımlı hale geldi. Kürtler başta olmak üzere diğer ulus ve milliyetler inkâr edildi. Laiklik hiçbir zaman tam olarak uygulanmadı.
Bugün milyonlarca işçi ve emekçi açlık ve yoksullukla boğuşuyorsa, ülke emperyalist tekeller tarafından talan ediliyorsa, birileri lüks ve sefahat, bizler açlık ve yoksulluk içinde yaşıyorsak, bilmeliyiz ki bu 15 yiğit insan bunun için katledildiler. Daha baştan emekçi sınıfların taleplerini zorbalıkla ezmeye çalışan bu cumhuriyetin biz işçi sınıfı ve emekçilere verecek hiçbir şeyi yoktur. Zaman içinde o son derece sınırlı ilerici değerlerini de yitirip yozlaşan sermaye cumhuriyeti, AKP dönemiyle birlikte iyiden iyiye çürüyüp tükenmiştir. Onu bekleyen akıbet, işçi sınıfı ve emekçiler tarafından tarihe gömülmektir. Yerini işçi sınıfı ve emekçilerin egemen olduğu sosyalist bir cumhuriyete bırakmaktır. Suphilerin başlattığı bu tarihi yürüyüşü tamamlamak görevi, uğrunda canlarını feda ettikleri işçi sınıfı ve emekçilere düşmektedir.