Bilimin ışığında depremin yıkıcı etkileri en aza indirilebilmektedir. Dünyadaki bir dizi örnek bunu gösteriyorken, buna uygun adımlar atmamak kabul edilemez. Depremlerin gerçekleşmesine engel olunamayacağı gerçeği orta yerde duruyorken, depremlerle yaşamayı öğrenmek zorundayız. Bu da ancak bilimin ışığında doğanın yıkıcı etkilerine karşı gerekli tüm önlemlerin alınması demektir.
Türkiye, Alp-Himalaya deprem kuşağı olarak bilinen dünyanın önemli deprem bölgelerinden birisindedir.
Dünyanın plakalardan oluştuğunu düşündüğümüzde, bu plakaların hareketleri, birbirleriyle kesişim alanları önemli fay hatlarını oluşturmaktadır.
Türkiye’nin üzerinde bulunduğu Anadolu Plakası; kuzeyde Avrasya Plakası, güneyde Afrika ve Arap plakaları arasında kalmaktadır. Kuzey ve güneyde bu plakaların kesişim hatları önemli fay hatlarını oluşturur. Türkiye bu tektonik konumuyla önemli bir deprem bölgesidir.
Bilim insanlarına göre 5.5 ve üzeri deprem potansiyeline sahip 500’e yakın fay hattı ve fay segmenti vardır.
Bunlardan en bilinenleri Kuzey Anadolu Fayı (1350 km) ile Doğu Anadolu Fayı tek başlarına yıkıcı depremlere neden olabilecek büyük fay sistemleridir.
Bu fay sistemlerinde büyük yıkıcı depremler olacağı hayatın gerçekliğidir. Ancak, net bir zaman ve büyüklük vermek mümkün değildir. Er ya da geç gerçekleşecek olan bu depremlere her zaman hazırlıklı olmak gerektiği vurgulanıyor. Ancak böylesi bir hazırlığın olmadığını acı tecrübelerle görüyoruz.
2014 yılı TÜİK verilerine göre Türkiye’nin yüzölçümünün yüzde 66’sı, nüfusun yüzde 71’i, sanayinin ve santrallerin yüzde 75’i 1. ve 2. derece deprem bölgesinde yer almaktadır. Nüfusun sadece yüzde 2’si deprem riskinin çok düşük olduğu 5. derece deprem bölgesindedir. Kentler resmen fay hatlarının üzerine kurulmuştur ve büyümeye devam etmektedir.
Doğu Anadolu Fay Hattı’nda meydana gelen Maraş depremlerinin 15 milyona yakın kişiyi etkilemesi ve olası İstanbul Depremi’nin gerçekleşeceği Kuzey Anadolu Fay hattının üzerinde 30 milyonu aşkın insanın yaşıyor olması, nasıl bir riskle karşı karşıya olduğumuzu göstermektedir.
Bilim insanlarının, meslek odalarının ortaklaştığı en temel noktalardan birisi fay hatlarının üzerindeki kentler ve yapılaşma sorunudur.
Depreme hazırlık demek, öncelikle kentlerin üzerinde bulunduğu fay hatlarının incelenmesi, zemin etütlerinin ve buna uygun bir alt ve üst yapı planlaması yapılması gerekmektedir. Deprem dirençli kentlerin oluşturulması için öncelikle bu bakışla hareket edilmelidir.
Jeolog ve Bilim Akademisi üyesi Naci Görür yaklaşan İstanbul Depremi’ne hazırlığa ilişkin şunları kaydediyor: “Bu topraklarda yaşayan insanlar olarak depremi durduramayacağımıza göre, zararlarını azaltmak ve depreme dirençli kentler kurarak yaşamımızı sürdürmek zorundayız. Asıl özet bu… İstanbul’u depreme hazırlamalıyız.” ‘99 depreminin üzerinden 24 yıl geçmesine karşın İstanbul özelinde böylesi bir adımın atılmadığı ortadadır.
Bilim insanları ve meslek örgütleri bir dizi araştırma yapmakta, kamu kurum ve kuruluşlarına raporlar sunmaktadırlar. Ancak bunlar dikkate alınmıyor. Tersine çarpık, kuralsız, denetimsiz yapılaşma ve yoğunlaşmayla, imar aflarıyla, ranta dayalı büyüyen inşaat sektörüyle bilim ne diyorsa tersi yapılıyor. Bilim insanlarının araştırmaları göz ardı ediliyor.
Bilimin ışığında depremin yıkıcı etkileri en aza indirilebilmektedir. Dünyadaki bir dizi örnek bunu gösteriyorken, buna uygun adımlar atmamak kabul edilemez. Depremlerin gerçekleşmesine engel olunamayacağı gerçeği orta yerde duruyorken, depremlerle yaşamayı öğrenmek zorundayız. Bu da ancak bilimin ışığında doğanın yıkıcı etkilerine karşı gerekli tüm önlemlerin alınması demektir.