Futbol sadece futbol değildir!

Emekçilerin, ezilenlerin seslerinin baskı ile kısılmaya çalışıldığı bir dönemde tribünlerden seslerin yükselmesi, insanların yan yana geldiği alanlarda birleşik tepkilerin açığa çıkacağının bir göstergesidir. Bu tepkinin önüne baraj kurmaya çalışmak beyhude bir çabadır. Toplumun sorunları, emekçilerin sorunları derinleştikçe, tribünler iktidara sorun çıkarmaya devam edecektir! Zira futbol hiçbir zaman sadece futbol olmamıştır.

Herhalde futbol kadar çok sevilen ve insanların hayatlarıyla özdeşleşen bir spor dalı çok azdır. Arkeologlar futbolun tarihinin Sümerlere kadar uzandığını söylerler. Çin ordusu tarafından bir eğitim oyunu olarak kullanılan cuju’nun da futbolun ata oyunu olduğu kabul edilir. Antik Yunan’dan Roma İmparatorluğu’na ve ortaçağ Avrupa’sına, değişik biçimlerde oynanan bu oyunun modern biçimini İngiltere’de aldığı ve oradan dünyaya yayıldığı genel kabul görür.

Sanayi Devrimi ile birlikte daha geniş kitlelere yayılan futbolun özellikle işçi sınıfı tarafından bu kadar çok sahiplenilmesinin birçok nedeni vardır. Fabrika molalarında ve çıkışlarda kolayca oynanabilmesi, kurallarının basit olması ve özel bir harcama gerektirmemesi, futbolu önce İngiliz işçi sınıfı, sonra da diğer ülkelerdeki işçiler için vazgeçilmez bir etkinlik haline getirmiştir.

Futbol zamanla büyüyen bir endüstriye dönüşmüş olsa da, onun işçi sınıfına ait yanı hep güçlü bir iz olarak kalmıştır. Liman işçileri tarafından kurulan Liverpool’un efsane teknik direktörü Bill Shankly, kritik bir maç öncesinde sorulan “takımınızın üzerinde bir baskı hissediyor musunuz?” sorusunu şöyle yanıtlamıştır: “Baskı madenin dibinde çalışmaktır. Baskı işsiz olmaktır. Baskı haftada 50 şiline küme düşmekten kurtulmaya çalışmaktır, futbolcuların böyle bir sorunu yok.” İngiliz liman işçilerinin grevi sırasında ünlü golcü Fowler’in, attığı golden sonra formasını çıkartması, altına giydiği “liman işçileri grevini destekle” yazılı tişörtünü ceza alacağını bile bile tribünlere göstermesi de elbette bu izle bağlantılıdır. Futbolun tarihi işçi sınıfı, emekçiler ve ezilenlerin sesinin nasıl yeşil sahalarda çınladığını anlatan örneklerle doludur. Başka türlüsü de düşünülemez zaten. Bu kadar toplumsallaşmış ve kültürel bir olguya dönüşmüş bir sporun toplumsal sorunlardan etkilenmemesi ve gerisin geri onu yansıtmaması mümkün değildir.

Futbol egemen sınıflar tarafından da kitleleri yönetmenin, öfke ve tepkilerini gerçek sorunlardan uzaklaştırıp rakip takıma ya da taraftarlara yöneltmenin, sosyal sorunlara duyarsız hale getirmenin ve bir araya gelmiş kalabalıkları galeyana sürükleyerek yaratılan provokasyonların aracı olarak da kullanılmıştır.

Portekiz’i uzun yıllar demir bir diktatörlükle yöneten Salazar’ın “nasıl bu kadar uzun süre iktidarda kaldınız” sorusuna “3 F sayesinde” diye yanıt verdiği bilinir. Salazar’ın sözünü ettiği üç F’nin birincisi “fado” yani tevekkül, ikincisi “Fatima” yani göklerden gelen emirler, üçüncüsü ise kitleleri sorunlardan uzak tutmanın aracı olarak kullanılan “futbol”dur.

Bugünkü futbol tamamen endüstriyel bir biçim kazanmıştır. Her büyük futbol kulübünün devasa bir şirkete dönüştüğü, başta Arap sermayesi olmak üzere banka fonları ile çok uluslu ortaklıkların futbol kulüplerine büyük yatırımlar yaptığı, para aklama, bahis, şike vb.’nin futbolun her alanına bulaştığı bir dönemdeyiz. Yayın gelirleri, reklamlar, büyük turnuvalar, transfer bedelleri futbolu köklerinden kopararak kapitalist dünyanın kâr ve para denklemine uyumlu hale getirmiştir. Tribünlerin de bu koşullara uyumu sağlanmaya çalışılıyor. “Futbol borsada değil arsada güzel” sözü, oyunun bu denli piyasalaştırılmasına karşı bir tepkinin ürünü olarak dillendiriliyor.

Ülkemizde de futbolun siyasetle ilişkisi hep güçlü olmuş, siyasal iktidarlar futbol kulüpleri üzerinde etkili olmaya çalışmıştır. Yakın dönemde AKP- FETÖ ortaklığının futbol kulüpleri ve futbolcular üzerinden ne tür işler çevirdiği akıllarımızdadır. Özellikle 12 Eylül sonrasında pek revaçta olan “ne sağcıyım ne solcu, futbolcuyum futbolcu” söylemine rağmen, yalnızca kulüp yöneticileri değil futbolcular da siyasetle pek haşır neşirdir. İki lafı bir araya getiremediği halde milletvekili olan, konu spor olduğunda dahi “bunu ben bilmiyorum büyüklerimize sormak lazım” diyen vekil seçilmiş futbolcular var bu ülkede. İktidar mensuplarının spora siyaset karıştırmayalım söylemlerine rağmen Erdoğan’ı tek adam haline getiren 2018 referandumunda evet diyeceğini açıklayıp bunu kampanyaya çeviren Rıdvan, Arda, Burak gibi futbolcular alkışlanmıştır. Öte yandan, ülkenin en yetenekli futbolcularından biri olduğu halde futbolcu sendikası kurmak istediği, haksız prim uygulamalarına karşı çıktığı için “büyük” takımlardan kovulan Metin Kurt gibilerinin görüşlerini açıklaması ise hep engellenmek istenmiştir.

Futbol-siyaset ilişkisi yakın zamanda tribünlerden yükselen “Hükümet istifa!” sloganlarıyla yeniden gündemde. Son depremle birlikte gittikçe teşhir olmuş, ipliği pazara çıkmış AKP iktidarı binlerce taraftar tarafından istifaya çağırılıyor. Taraftarın ülkedeki sorunlara tepki verdiğinde nasıl davranabildiği konusunda tecrübe sahibi olan iktidar, sessizliği hâkim kılmak için büyük çaba harcıyor. Tehditlerin ardı arkası kesilmiyor. Pasoligler iptal ediliyor ve bazı kulüp yönetimlerine yanlı açıklamalar yaptırılıyor. Maç yayınlarında “Hükümet istifa!” sloganları duyulmasın diye ses kısılıyor, yasal zorlamalar ile tribün yasakları dayatılıyor vb. Tüm bunlara rağmen Gezi Direnişi’nde halk ile yan yana gelen taraftar grupları, şehrinde grevde olan işçileri pankart ile selamlayan tribünler, 1 Mayıslar’da işçilerle omuz omuza yürüyen taraftarlar yapılması gerekeni yapıyor.

Emekçilerin, ezilenlerin seslerinin baskı ile kısılmaya çalışıldığı bir dönemde tribünlerden seslerin yükselmesi, insanların yan yana geldiği alanlarda birleşik tepkilerin açığa çıkacağının bir göstergesidir. Bu tepkinin önüne baraj kurmaya çalışmak beyhude bir çabadır. Toplumun sorunları, emekçilerin sorunları derinleştikçe, tribünler iktidara sorun çıkarmaya devam edecektir! Zira futbol hiçbir zaman sadece futbol olmamıştır.