Oppenheimer’ın külleri

Atomu parçalamak insanlık tarihi için devasa bir adım olmuştur. Bu başarıyı sağlayan fisyon ve füzyon buluşları, bu sayede açığa çıkan enerji insanlığın gelişimi için oldukça önemlidir. Ancak emperyalist kapitalizmin elinde bu teknoloji insanlık için ağır bir yıkım yaratmaktadır.

Yaz ayları genelde sinema sektörü için ölü aylardır. Ses getirmesi, “gişe yapması” beklenen filmler genelde yaz aylarında vizyona girmez. Bu, çoktan bir endüstri haline gelmiş sinema sektörünün yazılı olmayan kurallarından biridir.

Ne var ki pandemi yüzünden yaşadığı kayıpları telafi etmeye çalışan sinema sektörü bu yıl için yazılı olmayan bu kuralı bozdu. Geçtiğimiz günlerde aylardır beklenen ve nasıl bir gişe yapacakları merak edilen iki film aynı gün vizyona girdi. Biri kapitalizmin kadın bedeni üzerinden yarattığı illüzyonu daha çocuk yaşlardan itibaren beyinlere kazımayı amaçlayan ünlü oyuncak Barbie’nin sinema versiyonu… Diğeri ise sinema için başyapıt denebilecek birçok filme imza atan ünlü yönetmen Christopher Nolan tarafından çekilen Oppenheimer filmi…

Merakla beklenen gişe hasılatı yarışında Barbie, dünya çapında Nolan’ın Oppenheimer’ını ikiye katladı. Burada asıl konumuz bu olmasa da, bu durumun kapitalizmin piyasacı yoz kültürünün toplumsal planda nasıl bir karşılık bulduğunu gösterdiğini ifade etmek gerekiyor. Zira günlerdir sokaklarda pembe ojeler, pembe ayakkabılarla dolaşan yapmacık bebekler bu durumun doğal bir sonucu.

Biz burada Oppenheimer üzerinden konuşacağız. Zira Oppenheimer sadece bir film adı değil. O, dünya savaşları tarihinin gelmiş geçmiş en büyük toplu katliamına yol açan, Hiroşima ve Nagazaki’de atılan atom bombalarını yapan ekibin başında yer alan bir bilim insanı. Bu yanıyla Nolan’ın filmi de sadece bir film değil, insanlık tarihinde derin izleri olan bir belgesel. Kimileri için tarihsel bir olayı bir bilim insanının gözünden anlatan bir psikolojik gerilim… Ama aslında bunun da ötesinde bilimin hangi koşullarda kime hizmet ettiğini, emperyalizmin insanlık düşmanı kimliğini ortaya seren bir film.

Hikâye, Amerika’nın atom bombasını buluşunun hikâyesi. Bu hikayeyi tetikleyen ise Nazi Almanyası’nın bu yönde attığı adımlardan duyulan şüphe. Filmde de kendisine kısaca yer bulan bu hikâye, içinde Einstein’ın da bulunduğu kimi bilim insanlarının Nazi Almanyası’nın bu adımlarını dizginlemek için savaşın her iki tarafının da atom bombasına sahip olması gerektiği yönündeki önerileri ile başlıyor. Sonuç olarak ABD Oppenheimer’ın başında bulunduğu ekiple iki yıllık çalışma ve milyarlarca dolar harcayarak amacına ulaşıyor. Ne var ki Einstein’ın ve dönemin diğer bilim insanlarının beklentisinin tersine, bu devasa bilimsel adım Nazi Almanyası’nı dizginlemeye değil, insanlık tarihinin en büyük vahşetlerinden birine yol açıyor. Nazi Almanyası’nın yenilgisinin ardından teslimiyetin tartışıldığı Japonya’nın Hiroşima ve Nagazaki şehirlerine üç gün arayla iki atom bombası atılıyor. İlki yapabildiklerini göstermek için, ikincisi diz çöktürmek için!..

Atomu parçalamak insanlık tarihi için devasa bir adım olmuştur. Bu başarıyı sağlayan fisyon ve füzyon buluşları, bu sayede açığa çıkan enerji insanlığın gelişimi için oldukça önemlidir. Ancak emperyalist kapitalizmin elinde bu teknoloji insanlık için ağır bir yıkım yaratmaktadır.

Atom bombalarının Hiroşima ve Nagazaki’ye düşüşünün üzerinden 78 yıl geçti. Ve geride kalan 78 yılda bu bilimsel buluş emperyalist devletlerin elinde insanlığın önündeki en büyük tehdit olarak duruyor. Bilim emperyalist kapitalizmin tekelinde olduğu sürece de tehdit büyümeye devam edecek.

Oppenheimer bir bilim insanıydı. Ve bir bilim insanı olarak bilimsel ilerleme için duyduğu heyecanla insanlığa hizmet ediyordu. Bilimsel imkanların emperyalistlerin tekelinde olmasının sonucunu en çıplak şekilde yaşadı. Ama başta da söylediğimiz gibi Oppenheimer, sadece bir bilim insanının yaşanmasında rol oynadığı vahşet karşısında yaşadığı gerilimi ortaya seren bir psikolojik gerilim filmi değil; insanlığın yakın tarihinin en önemli olaylarından birini, asla unutmamamız gereken bir tarihi bize hatırlatan bir belgesel…