“Gerçek yaşamdaseyircilere yer yoktur!”

İşte Lorca ve onun gibi yaşama seyirci kalmayan sayısız aydın faşistler için böylesine bir korkunun kaynağıydı. Çünkü bizzat kendisinin söylediği gibi O, “her gerçek şair gibi bir devrimci”ydi.

“Gerçek yaşamda seyircilere yer yoktur” diyen Julius Fuçik, Naziler tarafından idam edildiğinde tarih 8 Eylül 1943’tür. Ve O, yaşama seyirci kalmayan, safını faşizme karşı direnişin yanında belirleyenlerden sadece biridir.

1930’lu yıllar Avrupa’da faşizmin yükseliş yıllarıdır. Almanya, İspanya ve İtalya başta olmak üzere Avrupa’nın dört bir yanında faşizm belasına karşı direniş yıllarıdır. Sanatı ile kendisini var edenler, büyük insanlığı sanatına taşıyanlar da yaşananlara seyirci kalmaz, direnişin parçası olurlar. Fuçik’ten Vapstarov’a kadar sayısız sanatçı ve aydın hem sanatıyla hem de yeri geldiğinde birer militan olarak faşizme karşı direnişin ön saflarında yer alır ve bir kısmı katledilir.

19 Ağustos 1936’da katledilen Federico Garcia Lorca da bu dönemde yaşama seyirci kalmayanlar arasındadır. 1936 ile 1951 yılları arasında bir milyona yakın kişiyi katleden İspanyol falanjistlerine karşı direnişin sembol ismidir. Sanatıyla ve kendisini katleden falanjistlere son bakışıyla “İspanya’nın en kızıl çiçeği”dir. Faşizme karşı “No passaran” diyen İspanyol direnişçilerin sesi soluğudur.

“Federico Garcia Lorca! O, insanlarının bir parçasıydı, bir gitar kadar mutlu ve hüzünlü, bir çocuk kadar, insanları kadar berrak ve derin. Onu vururlarken insan soyunun yüreğini hedeflemişlerdi…” sözleriyle anlatır O’nu Pablo Neruda…

Devrimci bir aydın olan Lorca şair, müzisyen, ressam ve oyun yazarıdır. 5 Haziran 1899’da Granada bölgesindeki Fuente Vaqueros’ta doğmuştur. Babasının toprak sahibi olması ona İspanyol halkını yakından tanıma olanağını sağlar.

Dadısından dinlediği geleneksel İspanyol baladları ve çingene öyküleri ile büyümüştür. Henüz çocuk yaşlarda ailesinin satın aldığı kukla tiyatrosu, tiyatroyla buluşmasını sağlar. Ailesinin Granada’ya taşınmasıyla, Lorca’nın gençlik yılları çingeneler arasında şiirler yazarak ve şarkılar söyleyerek geçer. Daha sonra Granada Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne girer.

1929 yılında eğitim hayatına devam etmek için Amerika’ya gider, ancak burjuva eğitiminden sıkılır. Eğitimini bir kenara bırakarak kentin müzelerini, tiyatrolarını gezmeyi tercih eder. En canlı haliyle gözlemlediği vahşi kapitalizmin cazibe merkezi New York’u dizelerine taşır.

İspanya’ya dönüşünün ardından ise sanatını ezilen ve sömürülen milyonları uyandırmanın bir aracı olarak kullanmıştır. Franco faşizmi İspanya sokaklarında terör estirmeye başladığında, halkı faşizme karşı direnişe çağıran aydınlar arasındadır.

“Bütün tarlalar cesetlerle dolacak. Ben Granada’ya gidiyorum” diyen Lorca, Granada’ya varışından birkaç gün sonra “İspanyol Muhafız Baladı”nı yazdığı için gözaltına alınır. Üç gün boyunca ağır işkencelere uğrayan Lorca, hücresinden alınarak Granada’nın on mil uzaklığına götürülür. Lorca’yı infaz eden “Sivil Muhafızlar”dan biri o geceyi şöyle anlatır:

“Garcia Lorca metin, muhteşem bir gururla yürüyordu. Birden durdu, konuşmak istiyormuş gibi bize döndü. Bu büyük bir şaşkınlık yarattı, özellikle postaya komutanlık eden Teğmen Medina’da. Ve konuştu. Garcia Lorca metanetle, hiç titremeyen bir sesle konuştu. Sözleri güçlüydü, aman dilemiyordu. Her zaman sevdiği özgürlüğü savunan erkekçe sözlerdi. Kendi davası olan Halkın Davası’nı, böyle korkunç bir barbarlık ve cinayet karşısında başarılan iyi işleri övdü. İhtiras ateşiyle söylenen o sözler silahlı adamlar üzerinde büyük etki yaptı. Bana beynimin içine giren bir kuvvetli ışık gibi geldi. Şair konuşmaya devam etti… Ama sözlerini bitiremedi. Korkunç, canavarca, caniyane bir şey oldu: Teğmen Medina, iğrenç küfürler savurarak tabancasını çekti ve Muhafızları kışkırttı. Manzara karşısında dehşete düştüm. Tüfeklerinin dipçikleriyle vurarak, ona ateş ederek (içimizden bazıları korkudan donup kalmıştık) Garcia Lorca’ya saldırdılar. Vızıldayan kurşunlar arasında Lorca koşmaya başladı. Yüz yarda kadar ötede yere düştü. İşini bitirmek için arkasından gittiler. Ama Federico, kanlar içinde, yeniden ayağa kalktı ve korkunç bakışlarla adamlara döndü. Adamlar dehşet içinde gerilediler. Bütün Sivil Muhafızlar koşup otomobillerine bindiler, yalnız Teğmen, elinde tabancasıyla orada kaldı. Garcia Lorca son olarak gözlerini kapadı, kanına bulanmış toprağın üstüne yığıldı. Medina hızla yaklaşarak zavallı Federico’nun gövdesine üç el tabanca sıktı. Şairi oracıkta bıraktılar gömmediler…”

İşte Lorca ve onun gibi yaşama seyirci kalmayan sayısız aydın faşistler için böylesine bir korkunun kaynağıydı. Çünkü bizzat kendisinin söylediği gibi O, “her gerçek şair gibi bir devrimci”ydi.

Lorca yaşamı ve sanatıyla ezilen ve sömürülen milyonların bir parçasıydı. Ve o milyonların haklı kavgası bir gün mutlaka zafere ulaşacak. Tam da O’nun söylediği gibi; “Açlığın dünyadan silindiği gün, gelmiş geçmiş en büyük duygusal ve manevi hisler patlaması yaşanacak. O büyük devrim gününde zevki ve güzelliği resmedemeyen işçiler, emekçiler tüm zincirlerini koparacak”.