Yüzlerce yıldan beri batılı sömürgecilerin sömürüsüne ve zulmüne maruz kalan Afrika halklarının bu tahakkümden kurtulma istekleri kadar doğal ve meşru bir şey olamaz. Ancak bir gücün gitmesi ve yerini bir başkasının alması biraz rahatlama sağlayabilse de bu gerçek kurtuluş olmayacaktır. Gerçek kurtuluş ancak kıta halklarının yeni sömürgeciliğe karşı mücadelelerinin yanı sıra sömürüye karşı da birleşik mücadeleyi yükseltmeleriyle mümkün olacaktır.
27 Temmuz’da Nijer’de bir grup asker darbe yaparak yönetime el koydu. Bu olaydan sonra yaşanan gelişmeler, gözlerin bu ülkeye çevrilmesine neden oldu.
Nijer’de ilk kez darbe yaşanmıyor. Nijer dahil Afrika ülkelerinin çoğunda birçok askeri darbe yapıldı. Ancak hiçbir darbeye bu kadar ilgi gösterilmedi.
Nijer’de geçmişten beri sömürgeci güç olan Fransa ile SİHA üssü inşa eden Amerika kıtada onlarca askeri darbeye destek verdiler. Bazılarını ise bizzat organize ettiler. Örneğin 2010 yılında Nijer’de gerçekleştirilen darbeyi Fransa dolaysız olarak desteklemişti. Çünkü dönemin başbakanı uranyum madenleriyle ilgili anlaşmanın güncelleştirilmesini talep ediyordu. Tekellerin payını bir miktar azaltıp, Nijer’in payını arttırmak istiyordu. Onu askeri darbe ile devirdiler. Dolayısıyla bugün Nijer’de “demokrasi rafa kaldırıldı” söylemi emperyalist ikiyüzlülüğün yeni bir örneği.
Batılı sömürgecilere karşı büyüyen tepki
Nijer’de 24,4 milyon kişi yaşıyor. Her beş kişiden ikisi aşırı yoksulluk içinde, günde 2,15 dolardan az parayla yaşıyor. Coğrafi olarak geniş, uranyum başta olmak üzere yeraltı kaynakları bakımından zengin olan bir ülkede halkın yaşadığı bu aşırı yoksulluk, sömürgecilerin yağma ve talanda sınır tanımayan politikalarından kaynaklanıyor. Bu da doğal olarak bölgenin önde gelen sömürgeci gücü olan Fransa’ya ve diğer batılı sömürgecilere karşı tepkileri arttırıyor.
Darbe yapan askerler halkın bu eğilimine göre tutum alacaklarını vaat edince geniş bir kitle desteğini arkalarına aldılar. Askeri yönetim Fransa ve ABD üslerini kapattığını ilan etti. Uranyum madenlerini kontrol altına aldı. Nijer’in adının bu kadar çok anılması, batılı emperyalistlerin çıkarlarına aykırı olan bu tür gelişmelerden kaynaklanıyor. Böyle olmasaydı, darbe kısa bir haberle geçiştirilip gündemden düşürülürdü.
Afrika’da hegemonya mücadelesi
Batılı sömürgecilerden bıkan Afrika halklarının, buna son verme isteğinin güç kazanmaya başladığı görülüyor. Bu eğilim bugün sömürgeciliğe karşı direnişe yol açmasa da sömürgecilere tutum alacağını vaat eden yönetimlere verilen halk desteğini arttırıyor. Mali, Burkina Faso ve Gine’den sonra Nijer’de de böyle oldu. Bu ülkelerde batılı güçlerle işbirliği yapan yönetimler askeri darbelerle devrildi. Halklar buna destek verdi.
Öte yandan ABD-NATO ile Çin-Rusya ekseni arasındaki hegemonya rekabeti kıtaya taşındı. Çin-Rusya ikilisi son yıllarda Afrika kıtasına yakın ilgi göstermeye başladı. Çin yatırımlarını ve ticaret hacmini büyüttü. Rusya ise askeri, mali ve diplomatik alanlarda ataklar yaptı. Bu durum batılı sömürgecilere tepki duyan Afrikalılara yeni bir manevra alanı açtı. Batının kölesi kalmak yerine, şimdilik bir sömürgeci gibi değil bir partner gibi davranan Çin-Rusya ile yakınlaşmak tercih ediliyor. Batılılarla işbirliği yaparak yağmadan pay alanlar hariç tutulursa, toplumlarda batıdan kurtulma isteğinin kuvvetlendiğini söylemek mümkün. Bu da hegemonya mücadelesinin Afrika’da da belirgin bir hal almaya başlayacağına işaret ediyor.
Yüzlerce yıldan beri batılı sömürgecilerin sömürüsüne ve zulmüne maruz kalan Afrika halklarının bu tahakkümden kurtulma istekleri kadar doğal ve meşru bir şey olamaz. Ancak bir gücün gitmesi ve yerini bir başkasının alması biraz rahatlama sağlayabilse de bu gerçek kurtuluş olmayacaktır. Gerçek kurtuluş ancak kıta halklarının yeni sömürgeciliğe karşı mücadelelerinin yanı sıra sömürüye karşı da birleşik mücadeleyi yükseltmeleriyle mümkün olacaktır.