“Çınar”ın vasiyeti
Kasım 2014’te Bilgi Üniversitesi’nin kendisine “fahri doktora” unvanı vermek için düzenlediği törene sağlık sorunları nedeniyle katılmayan Yaşar Kemal’in gönderdiği mesaj, okurlarına bırakılmış bir vasiyet niteliğindeydi.
Yaşar Kemal mesajında şöyle demişti:
“Bir, benim kitaplarımı okuyan katil olmasın, savaş düşmanı olsun. İki, insanın insanı sömürmesine karşı çıksın. Kimse kimseyi aşağılayamasın. Kimse kimseyi asimile edemesin. İnsanları asimile etmeye can atan devletlere, hükümetlere olanak verilmesin.
Benim kitaplarımı okuyanlar bilsinler ki, bir kültürü yok edenlerin kendi kültürleri, insanlıkları ellerinden uçmuş gitmiştir.
Benim kitaplarımı okuyanlar yoksullarla birlik olsunlar, yoksulluk bütün insanlığın utancıdır. Benim kitaplarımı okuyanlar cümle kötülüklerden arınsınlar.”
Bir halk acısını nasıl anlatır? Ya da bir halkın “mecbur”lukları nasıl dilden dile, nesilden nesile dolaşır?
Sırça köşklerde elde şarap kadehleri ile mi olur sanat? Yoksa kitapları 40’tan fazla dile çevrilen, sayısız ödül alan, ama ‘80’li yaşlarında tüm mütevaziliği ile bankada sırasını bekleyen bir “çınar”ın kaleminde mi?
Anlatacağımız hikaye, Anadolu insanının bağrında yetişen, sanatını da onunla birlikte, onun “mecbur”lukları ile var eden bir “çınar”ın, Yaşar Kemal’in hikayesidir.
Aslen Van’lı olan Yaşar Kemal, 1920’li yıllarda Osmaniye’nin Kadirli ilçesine bağlı Hemite Köyü’nde doğar. Daha beş yaşında iken babasının camide bıçaklanarak öldürülmesine şahit olur. Ortaokulu son sınıfta iken terk etmek zorunda kalır ve çalışmaya başlar.
Asıl adı Kemal Sadık Gökçeli olan Yaşar Kemal, 1951 yılında Yaşar Kemal imzası ile Cumhuriyet gazetesinde yazmaya başlar. 40’tan fazla dile çevrilen, Türkiye’de değil ama Yugoslavya’da filmi yapılan İnce Memed, 1953 yılında Cumhuriyet gazetesinde öyküler biçiminde yayınlanmaya başlanır. Çok geçmeden mahkeme kararı ile yayını durdurulur. İnce Memed, ancak 1955 yılında kitap olarak basıldığında okuyucusu ile buluşabilir.
İnce Mehmet’in yayınlanması yasaklanır, çünkü orada Anadolu insanının “mecbur”lukları vardır. Bu öyle bir “mecbur”luktur ki, sadece acı çekmeye değil zulme boyun eğmemeye ve direnmeye de “mecbur”dur Çukurova’nın yoksul köylüsü İnce Memed. O da yazarı gibi küçük yaşta yetim kalmıştır. Çocuk yaşta Abdi Ağa’nın tarlasında ırgatlık yaparken tüm köylünün yapmak istediğini yapmış ve köyden kaçmıştır.
Sıradan bir yoksul köylü olan İnce Memed, Yaşar Kemal’in kaleminde bir kahramana dönüşür. Çukurova’nın yoksul köylülerinin tüm öfkesi İnce Memed’in tüfeğinde kurşun olur ve Abdi Ağa’nın canını alır.
Yaşar Kemal’in kaleminde destanlaşsa da, İnce Memed zalimin zulmüne direnmeye “mecbur” olan tüm ezilenlerin hikayesidir. Zaten Yaşar Kemal’i Yaşar Kemal yapan da ezilenlerin direnmeye duyduğu “mecbur”luklarıdır.
Bu yüzden kendisini sadece bir yazar olarak görmez. Gençlik yıllarından itibaren kalemi ve bedeni ile ezilenlerin direnme “mecbur”luklarının parçasıdır. 1962’de katıldığı Türkiye İşçi Partisi’nin genel yönetim kurulu üyeleri arasındadır. 1973’te kurulan Türkiye Yazarlar Sendikası’nın ve 1988’de kurulan PEN Yazarlar Derneği’nin de ilk genel başkanlığını yapar.
“Kendimi bildim bileli zulüm görenlerle, hakkı yenenlerle, sömürülenlerle, acı çekenlerle, yoksullarla birlikteyim.” der Yaşar Kemal.
“Mecbur”luklarını anlattığı milyonlar, televizyon ekranlarında “sanatın ne olduğunu bilmeden sanatçıyım diye gezen şarlatanların” yaşamlarına imrenirken, yine de o milyonların direnmeye “mecbur”luğundan ümidini kesmez. Son nefesine kadar kalemini ezilenlerin “mecbur”luklarına adar. Ve kendi yerini şöyle tanımlar:
“Halka kim zulmediyorsa, etmişse, halkı kim eziyor, ezmişse, onu kim sömürmüş, sömürüyorsa, feodalite mi, burjuvazi mi… Halkın mutluluğunun önüne kim geçiyorsa ben sanatımla ve bütün hayatımla onun karşısındayım. (…) Ben etle kemik nasıl biri birinden ayrılmazsa, sanatımın halktan ayrılmamasını isterim. Bu çağda halktan kopmuş bir sanata inanmıyorum.”