Sarayın riyakârlığa dayalı dış politikası

“Bu kadar riyakârlık, ahlaksızlık, ilkesizlik, U dönüşleri nasıl olabiliyor? Bunun birinci nedeni, Erdoğan ve başında bulunduğu rejimin sermaye sınıfını temsil etmesidir. Diğeri ise yozlaşmış mafyatik bir rejime dönüşen saltanatının bekası için yapamayacağı şeyin olmamasıdır. “Fıtratı” böyle olan bir rejimin 22 yıldır işbaşında olduğu dikkate alındığında, ülkenin içine itildiği kepazeliklerin nedeni de kolay anlaşılır.”

İç politikada olduğu gibi dış politikada da sermaye sınıfının çıkarlarını esas alan AKP-MHP rejimi, attığı her adımda kendi bekasını da düşünüyor. İç politikada kendi çıkarları uğruna milyonlarca işçi ve emekçiyi sefaletin içine attığı gibi, dış politikada da pek çok ülke ile gerilimler yaşadı. Dün hakaret ettiği kişilerin ayağına giden Tayyip Erdoğan, onlarla barışmak için yalvarmak zorunda kaldı. Hem onlarla laf dalaşına girip ilişkileri keserken, hem onların ayağına giderken kendi rejiminin çıkarlarını koruma peşindeydi.

Dış politikada bu kadar “yanar döner” olan başka bir devlete rastlamak zor. Bundan dolayı Erdoğan’a güvenen bir devlet ya da hükümet başkanı kalmadı denebilir. “Her konuda pazarlık yapmaya hazır bir tüccar” gibi hareket ettiği için onunla ilişkileri sürdürüyorlar. Ancak onlar Erdoğan’ı bir tür “müflis tüccar” olarak görüyor ve buna göre ilişki kuruyorlar. Mısır, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri gibi ülkelerin liderlerine etmedik hakaret bırakmadı. Onlara “darbeci, katil, terör finansörü” dedi sonra onların ayağına gitti. Çünkü Körfez şeyhlerinin parasına muhtaçtı. Nitekim onlar da durumu bildikleri için “dünya lideri” değil, “dilenci” muamelesi yaptılar.

***

Dış politikadaki riyakârlığın bir başka tezahür alanı ABD ve AB ülkeleriyle kurulan ilişkilerdir. İç politikanın malzemesi olarak kullanılan dış politika, Batılı emperyalistlerle ilişkiler söz konusu olduğunda büsbütün ucube bir hal alıyor.

Türkiye’de kürsüye çıktığı zaman Batı’ya/Batılılara etmedik laf bırakmayan Erdoğan, onlara yaranmak için de hiçbir fırsatı kaçırmaz. Muhaliflerini ABD ile ilişki kurmakla suçlar, ama kendisi Joe Biden’dan bir randevu koparabilmek için her yola başvurur. Amerika’daki Yahudi lobisinin huzuruna çıkar, danışmanlık şirketlerine milyonlarca dolar harcar. Tüm bunlara rağmen halen Biden’dan bir davet koparmayı başaramadı. Beyaz Saray’da karşılanma hasretiyle yanıp tutuşurken Amerika’ya laf etmek, AKP şefi gibi politikacılara has bir şey olsa gerek.

İçeride “kabadayı” görünmek adına AB ülkeleriyle de krizler yaratır. Ama AB’den para koparabilmek için Türkiye’yi bir mülteci deposu haline getirmeyi marifet sayar. Zira bu hizmet, onu AB şefleri nezdinde kullanışlı hale getiriyor. Bundan dolayı son seçimi hile hurda ile kazanınca AB şefleri rahat bir nefes aldılar. Kendine “dünya lideri” dedirten birinin bu kadar tutarsız olması, bu kadar sık U dönüşleri yapması, “politikada ucubelik” olarak görülebilir ancak.

***

AKP-MHP rejiminin dış politikada riyakârlığın tüm ölçülerini altüst ettiği yer ise İsrail ve Filistin’le kurduğu ilişkilerdir. Attığı kimi nutuklara bakılırsa, Tayyip Erdoğan Filistin halkının “en büyük hamisi” sanılır. Din istismarına dayalı siyasetin Türkiye’deki şefi olması, bundan hareketle kimi zaman Kudüs’ten söz etmesi bu görüntüyü pekiştirir. Oysa madalyonun öbür yüzünde bambaşka bir resim var.

Amerika’daki Yahudi lobisi AKP’nin kuruluşunda etkin bir rol oynamıştı. Tayyip Erdoğan, Bülent Arınç, Abdullah Gül üçlüsü AKP’yi kurmadan önce Yahudi lobisinden temsilcilerin de katıldığı Amerikan heyetiyle gizli toplantılar yaptılar. Parti kurulup iktidara getirilince İsrail’le çok sıkı ilişkiler kuruldu. Gazze’ye bomba yağdıran İsrail F16’larının pilotları, siyonistlere tahsis edilen Konya ovasının semalarında eğitim gördüler. 2002’den bu yana İsrail’le ticaret hacmi 6-7 kat arttı. Siyonistlerden milyarlarca doları bulan silah alımları yapıldı…

“Ortadoğu’nun lideri olma” hevesi depreştiğinde Erdoğan’ın sarf ettiği bazı sözler siyonist şefleri rahatsız etse de ilişkiler sürdü. Özellikle ticaret hacmi sürekli arttı. Erdoğan ne zaman Amerika’ya yaranma telaşına düşse, önce Tel Aviv’e gider siyonistlerden yardım ister. Filistin Direniş Hareketi Aksa Tufanı hareketini başlattığında da aynı süreç işliyordu. Erdoğan Tel Aviv’e gidecek, Gazze kasabı Netanyahu sarayda ağırlanacaktı.

Bu olayda saray rejimi gafil avlanmış gibi oldu. Nitekim Erdoğan Gazze’de yapılan soykırımı üç hafta kadar izlemekle yetindi. Suskunluk çok dikkat çekince sesini yükseltti. Yine de başında bulunduğu devlet, İsrail’e karşı iğne ucu kadar bir yaptırım bile uygulamadı. Görüntüyü kurtarmak için miting yapıp kitlenin gazını aldı. Sonra daha “sert” ifadeler kullanmaya başladı. İsrail’in terörist olduğunu, soykırım yaptığını söyledi. Ancak bu soykırımcı terörist devlete petrol, demir-çelik, çimento, sebze-meyve taşımaya devam etti. Yani Erdoğan ve başında bulunduğu saray rejimi, görüntüde Filistin halkından yana ama gerçekte Filistin halkının cellatlarına tam gaz hizmet ediyor.

Bu kadar riyakârlık, ahlaksızlık, ilkesizlik, U dönüşleri nasıl olabiliyor? Bunun birinci nedeni, Erdoğan ve başında bulunduğu rejimin sermaye sınıfını temsil etmesidir. Diğeri ise yozlaşmış mafyatik bir rejime dönüşen saltanatının bekası için yapamayacağı şeyin olmamasıdır. “Fıtratı” böyle olan bir rejimin 22 yıldır işbaşında olduğu dikkate alındığında ülkenin içine itildiği kepazeliklerin nedeni de kolay anlaşılır.