Tırmandırılan savaşlar ve işçi sınıfı

Savaşları sermayenin çıkarlarını koruyan devletler çıkarır. Ekonomik, politik, sosyal ve insani yükü ise işçi sınıfının üzerine yıkılır. Bu da işçiler arasında mücadele dinamiklerini güçlendirir. Bu dinamikleri devrimci politikalarla besleyerek ileriye taşımak öncü işçilerin ve emeğin kurtuluşu uğruna mücadele edenlerin temel ve acil görevidir.

Dünyada milyarlarca insan açlık ve yoksulluğun pençesinde acı çekiyor. Kapitalizmin metropollerinde de yoksulluk özellikle çocuklar ve yaşlılar arasında yayılıyor. Devletler, toplumsal zenginlikleri sefalet ve yoksulluğu ortadan kaldırmak için kullanmak yerine savaşlara ve silahlanmaya yatırıyorlar.

Gazze’de soykırım

Siyonist İsrail’in saldırıları altındaki Gazze’de tüm nüfus rehin durumda. Aç, susuz, ilaçsız bırakılıyor. Gece gündüz bombardıman altında tutuluyor. Siyonist İsrail, “özgür Batı”nın desteği ve gözetiminde soykırım yapıyor. Resmi rakamlara göre çoğu çocuk ve kadın 22 binden fazla kişi katledildi. Tarihte bu kadar kısa sürede bu kadar çok çocuğun öldürüldüğü bir savaş görülmedi.

Batılı emperyalistlerden AKP-MHP rejimine, çürümüş körfez monarşilerine kadar uzanan suç ortakları siyonist barbarlığı durdurmak için hiçbir çaba harcamıyor, İsrail’e destek vererek soykırımı teşvik ediyorlar.

İsrail’in arkasında duranlar, savaş ateşine attıkları Ukrayna’ya da silah ve mühimmat taşıyarak savaş ateşini körüklemeyi sürdürüyorlar. Bundan önceki savaşlarda olduğu gibi bugün de emperyalist nüfuz savaşları, dünya pazarında en büyük paya sahip olma hırsı ve rakiplere boyun eğdirme hesabıyla yapılıyor.

Savaş saraylara servet, barakalara sefalet ve ölüm demektir!

Emperyalist sömürge savaşlarının bir ekonomi-politiği var. “Normal” zamanlarda olduğu gibi savaş ve sonrasında toplumu oluşturan sınıfların paylarına farklı şeyler düşer. Egemen sömürücü sınıfların payına savaş ganimetinin yanı sıra büyük pazarlara erişme imkanı düşer. İşçi sınıfı ve emekçilerin payına ise ölmek ya da daha ağır ve uzun çalışma, yoksulluk, açlık, kitlesel ölümler, harabeye dönüşmüş, altyapısı tahrip olmuş kentler ve kasabalar düşer.

İsrail Başbakanı Netanyahu “zafere kadar savaş”, ikizi Erdoğan da “son teröristi temizleyene kadar savaş” naraları atıyor. Kürt halkına karşı savaş ateşini körükleyen saray rejiminin ölüme sürüklediği askerlerin evlerine asılan Türk bayrakları, o evlerden insanlığın suratına çarpan sefaleti kapatmaya yetmiyor. Bu utanç verici manzaradan yüzü kızarmayan Fatih Erbakan gibileri, kendi kızlarının yüksek lisans yapmasını isterken, yoksul çocuklarının 14-15 yaşlarında evlendirilebileceğini vaaz ediyor. Faşist partinin şefi Devlet Bahçeli ise ekmek isteyenlere, “kurşunun kaç lira olduğunu biliyor musun” diye bağırıyor.

Savaşa karşı milyonlar ayakta

Gazze’deki soykırım ve Ukrayna savaşı Avrupa ve Amerika’da milyonları ayağa kaldırdı. Geçtiğimiz haftalarda sadece Londra’da milyonlarca insan İsrail’in yıkım savaşına karşı gösteri yaptı. Fransa, İspanya ve Almanya’da da yüzbinler sokaklara döküldü. Basınç altına alınsalar da, batıdaki hükümetler sahte manevralarla Gazze’deki soykırımı desteklemeye ve Ukrayna’ya silah taşımaya devam ettiler.

Silahlanma ve savaş politikalarının kurbanı olan işçiler ve emekçiler, son dönemde sessizlik kabuğunu kırmaya başladılar. Barış talebi yükseltilmeye başlandı. Militarizme ve savaşa karşı biriken hoşnutsuzluk adım adım eylemlere dönüşüyor.

Büyüyen anti-militarist tepki ve görevler

Emperyalist metropollerde işçi grevleri ve grevlere katılan işçi sayısı artıyor. İş saatlerinin kısaltılması, sağlık hakkı, iş yasalarında ve emeklilik sisteminde değişiklik talepleri öne çıkıyor.

Düzenin hizmetindeki sendikaların eylemleri engelleme çabalarına karşı işçiler bürokratik prangaları kırarak harekete geçiyorlar. Almanya’nın Hamburg limanında işçilerin yasaklara rağmen kendi inisiyatifleriyle başlatıp dört gün sürdürdükleri grev, işçi sınıfının mücadele potansiyelinin ve kararlılığının arttığını gösteriyor. Ukrayna savaşında olduğu gibi batılı emperyalistlerin İsrail’e gönderdiği silahları gemilere yüklemeyi reddeden işçilerin sınırlı da olsa gerçekleştirdikleri grev ve direnişler, işçi sınıfı içerisinde savaş karşıtlığının daha yaygın eylemlere dönüşebileceğini gösteriyor.

Savaşları sermayenin çıkarlarını koruyan devletler çıkarır. Ekonomik, politik, sosyal ve insani yükü ise işçi sınıfının üzerine yıkılır. Bu da işçiler arasında mücadele dinamiklerini güçlendirir. Bu dinamikleri devrimci politikalarla besleyerek ileriye taşımak öncü işçilerin ve emeğin kurtuluşu uğruna mücadele edenlerin temel ve acil görevidir.