Avrupa’da faşizmin yükselişi

“Her yerde olduğu gibi Avrupa’da da faşist partilere ve faşizme karşı mücadele, kapitalizme karşı mücadeleden ayrılamaz. Faşizmin panzehiri, işçi sınıfının örgütlü devrimci bir güç olarak burjuvazinin karşısına çıkmasıdır. Faşizme karşı mücadele ancak devrimci bir işçi sınıfı hareketi önderliğinde gelişirse, gerçek anlamını ve dolayısıyla hedefini bulacaktır.”

Avrupa’daki en önemli siyasal gelişmelerden birisi, ırkçı-faşist partilerin giderek güç kazanmasıdır. Bunu kanıtlayan birçok siyasal gösterge var. Sahip oldukları aktif kitle desteği, ulaştıkları oy potansiyeli, milletvekili, cumhurbaşkanlığı, parlamento, eyalet ve belediye gibi seçimlerde gösterdikleri başarı, somut göstergelerdir. Kamuoyu araştırmaları ve faşist saldırılardaki tırmanış gibi olgular da faşist yükselişi gösteren veriler sunuyor.

Ekonomik krizin yol açtığı işsizlik, güvencesizlik, yoksulluk, geleceksizlik, pahalılık gibi olgular işçi sınıfı ve emekçi kitlelerde hoşnutsuzluk ve öfke biriktiriyor. Bu durum onları arayışa itiyor. Fakat örgütsüz ve dağınık olan işçi sınıfının öfkesi kapitalist sınıfa yönelmiyor. Arayışı henüz devrimci bir alternatifle kucaklaşamıyor. Bunun başarılmadığı durumda ise, sınıf ve emekçilerin yaşadıkları hoşnutsuzluk ve öfke, faşist hareket için gelişme imkanına dönüşebiliyor. Nitekim yaşanan da budur. Avrupa’da faşizm günden güne güç kazanmaktadır. 

Faşizm neden güçleniyor?

Kapitalizmin doğrudan bir ürünü olan faşizm, 20. yüzyılın ilk yarısında, kapitalizmin merkezi olan Avrupa’da ortaya çıktı. 1930’lu yılların başında İtalya, Almanya ve İspanya’dan başlayarak tüm Avrupa’yı saran faşizm dalgası insanlığı İkinci Emperyalist Dünya Savaşı’nın da ateşi içine attı. Faşizm ve emperyalist savaş bir arada insanlığa korkunç bir vahşet yaşattı. Savaş on milyonlarca insanın yaşamına mal oldu, tüm Avrupa harabeye döndü.

Şimdi yine aynı mekânda, yani “uygar” Avrupa’da, faşizm yeniden bir tehdit haline gelmiştir. Bunun temeldeki nedeni kapitalizmin yapısal olarak faşizme gebe oluşudur. Kapitalizmin krizleri faşizmin döl yatağıdır. Krizin yol açtığı toplumsal yıkım, büyüyüp derinleşen sosyal sorunlar, faşizmin güçlenmesine zemin hazırlamaktadır. Geride kalan yüzyılda faşist hareketi iktidara taşıyan koşulların hemen hepsi bugünkü ağır kapitalist kriz koşullarında da mevcuttur. Ve emperyalist burjuvazi krize bir yanıt olarak faşizmi hazırlamaktadır. İnsanlık, kapitalizmin en iğrenç, en vahşi ve en tiksindirici yüzü olan faşizmle bir kez daha yüz yüze kalmak tehlikesiyle karşı karşıyadır.

On yıllardan beridir işçi sınıfını hedef alan neo-liberal saldırılar sınıf ve emekçilerin ekonomik ve sosyal yaşamında ağır sonuçlara yol açtı. Uzun yıllar boyunca büyük bedellerle elde edilen kazanımlar gasp ediliyor. Servet-sefalet uçurumu Avrupa’da da büyüyor. Sosyal ve demokratik siyasal haklar peyder pey tırpanlanıyor. İşçi sınıfının kemerleri sürekli sıkılıyor.

Sermayenin emeğe yönelik genel saldırılarının yanı sıra, pandeminin yarattığı yükler de emekçilere fatura edildi. Bu, işçi sınıfının yaşam koşullarını daha da ağırlaştırdı.

Buna Ukrayna savaşının yol açtığı iktisadi ve sosyal yıkımlar eklendi. Silahlanmaya ayrılan devasa mali kaynakların yarattığı yükler de emekçilere fatura edildi.

Çoklu krizlerin sonucu olarak Avrupa’da ücretler eriyor, emeklilik yaşı yükseltiliyor, gaz, elektrik, yakıt, gıda ve kira fiyatları patlıyor, işsizlik ve yoksulluk büyüyor, enflasyon yükseliyor, sağlık hizmetleri kötüleşiyor. Kapitalist bunalımın ağır faturaları, her türlü yolla işçi sınıfı ve emekçilere ödetiliyor. Tüm bunlar, işçi sınıfı ve emekçi kitlelerde öfke biriktiriyor ve onları harekete geçiriyor.

Fakat kapitalizmin ürettiği sosyal kötülüklere karşı oluşan hoşnutsuzluk ve çıkış arayışı ne yazık ki kapitalistlere yönelmiyor. Çünkü işçi sınıfı örgütsüz, dağınık ve önderlikten yoksundur. Bundan dolayı da kapitalist bunalımın yarattığı hoşnutsuzluk, faşizmin güç kazanmasının imkanına dönüşüyor. Zira kriz, devrimin koşullarını ve imkanlarını olduğu gibi karşı-devrimin imkân ve koşullarını da yaratıyor.

Faşist akım ve partiler de bu gerçeğin farkındadırlar. Onun için emekçilerin ekonomik, sosyal ve siyasal alanda yaşadıkları yıkım ve acıları istismar ediyorlar. Kapitalistler ise, bizzat kendi yarattıkları ekonomik, sosyal ve siyasal sorunlar karşısında işçilerin hedefini şaşırtıyorlar. Onları, kapitalistlerin dışında sorumlu aramaya yöneltiyorlar. Bu olgu, ırkçı-faşist partilerin güçlenmesinin temel nedenlerinden biridir.

İstismar edilen bir diğer konu ise, 21. yüzyılın en büyük sorunlarından biri olan kitlesel göç ve mülteciler sorunudur. Burjuvazi, faşizmin can damarı olan ırkçılığı, şovenizmi ve yabancı düşmanı duyguları kışkırtıyor. Faşist partiler de bundan yararlanıyor. Yabancılar, kapitalist krizin, işsizliğin, yoksulluğun, konutsuzluğun sorumlusu olarak görülüyor ve suçlanıyorlar. Yani kapitalist düzenin yarattığı kötülüklere kapitalist düzen dışında sorumlu aranıyor ve bu da “yabancılar” oluyor. Dolayısıyla Avrupa ülkelerinde yabancı-mülteci düşmanlığı üzerine ırkçı siyaset yapan, aşırı sağcı, ırkçı-faşist partileri yükseliş içinde bulunuyorlar.

Her yerde olduğu gibi Avrupa’da da faşist partilere ve faşizme karşı mücadele, kapitalizme karşı mücadeleden ayrılamaz. Faşizmin panzehiri, işçi sınıfının örgütlü devrimci bir güç olarak burjuvazinin karşısına çıkmasıdır. Faşizme karşı mücadele ancak devrimci bir işçi sınıfı hareketi önderliğinde gelişirse, gerçek anlamını ve dolayısıyla hedefini bulacaktır.