Avrupa’da gösterime giren, Türkiye’de promiyeri yapılan “3 kadın 1 grev” filmi üzerine filmin yönetmeni Metin Yeğin ile konuştuk…
Daha önceki filminiz Grev, Osmanlı döneminde Bursa’da ipek işçisi kadınların grevini ele alıyordu. Yeni filminiz de bir grev filmi.. Neden işçi sınıfı grevleri ve kadın işçiler?
Ben aslında devrimciyim. Bütün yaptıklarımız, Walter Benjamin’in dediği gibi anlatıcılık. Dünyanın bir taraflarını anlatıyorum. Bunu bazen yazarak, bazen film yaparak yapıyorum. Esas önemlisi, dünyanın değiştirilmesi gerektiğine inanıyorum. Daha 80 öncesinden beri cezaevi sürecimden politik tutsaklığımdan bu yana..
Bununla da bağlantılı olarak biz adları ve yüzleri olmayanların öykülerini, bu dünyanın gerçek yaratıcısı olan işçileri anlatmaya çalışıyoruz. Ama bir bakıyorsunuz, televizyonlarınızı açıyorsunuz, kralların, padişahların, zenginlerin filmleri var. Sanki bu dünyada işçiler hiç yokmuş gibi, hatta kadınlar hiç mi hiç yokmuş gibi… Biz de bu olmayanların sesini anlatmaya çalışıyoruz. Anlattığımız hikayelerin hepsi gerçek. Kurmaca filmler ama gerçek hikayeler.
Bir de şu tarafı var unutulan… Geçen filmde (Grev) kalabalık sahnelerimizden birinde yardımcı oyuncular vardı grevin başladığı sahnede. Onlara dedim ki “hanginiz daha önce işçiydiniz?” Herkes elini kaldırdı nerdeyse… “Peki hanginiz daha önce greve katıldınız?” Neredeyse hiçbiri. Olmayan, unutulan bir hikaye… Bu yüzden bizim seçimimizin nedeni bu dünyayı gerçek yaratanların, üretenlerin hikayelerini anlatmak. Bunların unutulmamasını ve yeniden hatırlanması sağlamak!
Filmleriniz konu olarak günümüz film endrüstrisinin ezberleri dışında olduğu gibi inşa aşamasında da dışında… “Suç ortakları” olarak tanımladığınız öznelerin kolektif çalışmasından bahseder misiniz?
Biz diyoruz ki suç işliyoruz. Dünyayı değiştirme suçu işliyoruz. Sistemi değiştirmek istiyoruz. Bunun için suç işliyoruz. Film endüstrisi dehşet verici bir endüstri. Onun içinde yer almak, içinde olabilmek, var olabilmek, inşa edilişinden dağıtımına kadar hepsi ayrı bir süreç. Herkesin çok büyük bütçeleri varken, biz bu süreci insan dayanışmasıyla, insan soluklarından oluşan bir dayanışma biçiminde yapıyoruz.
Filmin inşa sürecinde bizim yaygın bir dayanışma ağımız var. Bu yüzden biz “suç ortaklığını” çok önemsiyoruz ve filmimiz sadece gösterim anlamında politik bir film değil. İnşa ediliş anlamında da politik bir yapıya sahip olduğunu düşünüyoruz.
Gelelim “3 kadın 1 grev” filmine… Filmde işçilerin, kadınların ve göçmenlerin sorunlarının kesişimi var. “3 kadın 1 grev” filminin konusunu aktarır mısınız?
Film, Almanya’da Pierburg’da 1973 yılında gerçekleşen göçmen kadın işçilerin grevinin hikayesi.
Birincisi, bir karbüratör fabrikasında otomobili üreten kadın işçiler. 2. Dünya Savaşı’ndan sonra toplama kamplarının ardından fabrikalarda boşalan yerlere göçmen işçileri yerleştiriyorlar. Müthiş Alman burjuvazisini yaratan tam da onlar. Dolayısıyla bize yansıtıldığı gibi göçmen işçiler Almanya’nın üzerinde bir parazit değil, tam tersine Almanya göçmen işçilerin sırtında büyüyen bir parazit aslında. Bu yüzde bu ikili, üçlü öyküleri biraraya getirdik.
Bir başka şey de Türkiye solunun bile gözardı ettiği birşey. Göçmen işçiler sadece en fazla mali kaynak olarak görülüyor ama göçmen işçilerin inanılmaz direnişleri var. Pierburg direnişinin ardından Ford direnişinde de görüldüğü gibi…
Bir de şu nokta önemli. 1973’te Pierburg’daki karbüratör fabikasında kadın işçilerin greviyle bütün Almanya’da ilk defa kadın ve erkek işçilerin ücretleri eşitlendi. Şu anda eşit değil tabii ki… Ancak grev yaparak eşitleyebiliyorsunuz ya da daha iyi bir duruma geçebiliyorsunuz ücretleri.
Bu yüzden, bize anlatılanın tersini anlatabilecek bir film yapmak istedik. Filmin konusu bu. İçinde adları, yüzleri olmayanların yani kadınların, göçmen kadın işçilerin hepsinin kendi öyküsünü anlatan bir film.
Osmanlı’da ipek işçisi kadınların grevini anlatan “Grev” filmi devam edecek dediniz. Bu filmi Grev’in devamı olarak mı düşünmek gerekiyor?
Evet, Devam edeceğin anlamı şu: İşçi filmlerine devam edeceğiz. Mücadeleyi anlatmaya devam edeceğiz. Bundan sonra 3. ve 4. fimlerimiz var işçileri anlatan. Direnişleri anlatan. Biçim olarak bazen biraz daha değişik olsa bile politik olarak derdimiz var bizim. O derdin bir tarafını anlatan filmler devam edecek.
Son olarak “suç ortaklarınıza” bu ülkenin işçilerine, emekçilerine, kadınlarına mesajınız nedir?
Bize diyorlar ki “Bu umutsuz, karanlık günlerde o kadar şey yapıyorsunuz hiçbir şey değişmiyor”. Ya hiçbir şey değişmez mi? Şu anda çalıştığınız -fiili olarak öyle olmasa bile- 8 saatlik çalışma, yıllık izinleri, hafta sonu tatilleri vs hepsi işçilerin direnişleri üzerinden inşa edildi.
Yani biz eğer direnmeseydik, işçiler direnmeseydi ya da dünyanın her yerindeki insanlar direnmeseydi bu alçak ve iğrenç düzen daha alçak ve iğrenç düzen haline dönüşecekti.
Dolayısıyla bir şey değişmiyor değil, tam tersine, eğer direnirsek, eğer biz mücadele edebilirsek bir şeyler değişebiliyor.
Borges’in dediği gibi biz çölde bir avuç kumu havaya atıyor gibi dünyayı değiştiriyoruz diyoruz. Bu filmde, bütün arkadaşlar bu suça katılarak dünyayı değiştirdiler. Bundan sonra da dünyayı değiştirmeye devam edeceğiz.