AB’de ırkçı-faşist partiler yükselişte

“İşçi sınıfı ile emekçiler, kapitalizmin yarattığı sorunlara karşı mücadele etmedikleri sürece sermaye partilerinin dolgu malzemesi olmaktan kurtulamıyor. Kapitalizmin krizi derinleştiği, militarizm ve savaş histerisi şiddetlendiğinde ise sistem ırkçı partileri öne çıkartıyor. Kuşkusuz bu emekçilere kurulan büyük bir tuzaktır.
İşçi sınıfı ve emekçiler ancak örgütlü sınıf mücadelesini yükselterek bu oyunu tersine çevirebilirler. Kapitalizme, emperyalizme, savaşa, ırkçılığa ve sömürüye karşı mücadele yükseltildiğinde, emekçiler sermayenin faşist partilerinin tuzağına düşmekten de kurtulurlar.”

Son dönemde Avrupa Birliği (AB) ülkelerinde tartışılan iki temel gündem var: İlki mülteciler sorunu, diğeri faşizm tehlikesinin artması.

21. yüzyılın ilk çeyreği bitmek üzereyken mülteciler sorununun bu kadar büyümesi, kapitalizmin bir savaşlar ve yıkımlar düzeni olduğunu kanıtlıyor. Faşizm tehlikesinin gündeme gelmesi ise, kapitalizm var oldukça insan soyunun bu belalardan kurtulmasının mümkün olmadığını gösteriyor.

Kısa süre önce yapılan Avrupa Parlamentosu (AP) seçimlerinde Almanya, Fransa, İtalya, Hollanda, Avusturya gibi ülkelerde ırkçı-faşist partilerin oyları arttı. Kimi ülkelerde birinci, bazılarında ise ikinci parti oldular. Bu sonuçlar haliyle kaygı yarattı. Zira geçmişte faşistlerin Almanya, İtalya, İspanya, Yunanistan, Portekiz gibi ülkelerde sergiledikleri vahşet hafızalardan silinmiş değil.

Irkçı-faşist partilerin en çok istismar ettikleri konu göç ve mültecilerdir. Kapitalizmin yarattığı sorunları göçmenlerin sırtına yıkan bu partiler, göçten kaygılanan emekçilerin korkularını körüklüyorlar. Hem sistem karşıtı gibi görünüp hem sisteme hizmet ederek oylarını artırıyorlar. Tek konu göçmenler değil elbette. Silahlanmaya ve savaşa daha çok kaynak aktaran AB üyesi devletler, emekçilerin refah düzeyini alta doğru çekiyorlar. Sosyal sorunları da istismar eden ırkçılar, bu sayede de oy devşiriyorlar. 

Diğer düzen partilerine güvenmeyen emekçilerin bir kesimi ırkçı partilere yöneliyor. Bu ise, “yağmurdan kaçarken doluya tutulmak” gibi bir durum. Zira kapitalizmin en vahşi temsilcisi olan faşist partilerin destekçisi oluyorlar. Oysa bu partiler, insanları göçe zorlayan savaşlara karşı çıkmak bir yana, sözünü bile etmiyorlar. Yani göçü körükleyen emperyalistlerin savaş suçlarına ortak oluyorlar. Ayrıca sistemin yarattığı işsizlik, yoksulluk gibi sorunları göçmenlere yıkarak, kapitalizmin suçlarını örtüyorlar. Tıpkı Türkiye’deki ırkçıların saray rejiminin yarattığı sorunlardan Suriyeli göçmenleri sorumlu tutması gibi.

Avrupa’da hükümetler güya ırkçı partilere karşılar ama göçmenlere karşı tutumları onlardan çok da farklı değil. Nitekim ırkçı partiler, “AB bizim söylediklerimize geldi” diye propaganda yapıyor. Sistemin efendileri hem ırkçıların önünü açıyor hem de halklara “ırkçıların başa geçmesini istemiyorsanız ‘merkezdeki’ partilere oy verin” diyor. Yani kapitalist sistem hem canavarı besliyor hem de “bana oy verirseniz bu canavarın eline düşmekten kurtulursunuz” diyor.

Örgütlü bir sınıf hareketinin gelişmediği yerde emekçiler, sermayenin “merkezdeki” partilerine kerhen de olsa destek veriyor. Bir kesimi ise, emekçilerin endişelerini istismar eden ırkçı partilerin peşine takılıyor. Yani sistem emekçilere “çıkmaz bir yol” sunuyor: “Sisteme olan güveninizi yitirdiyseniz ırkçılara gidin” diyor. Oysa ırkçı partiler düzenin en emekçi düşmanı temsilcileridir.

İşçi sınıfı ile emekçiler, kapitalizmin yarattığı sorunlara karşı mücadele etmedikleri sürece sermaye partilerinin dolgu malzemesi olmaktan kurtulamıyor. Kapitalizmin krizi derinleştiği, militarizm ve savaş histerisi şiddetlendiğinde ise sistem ırkçı partileri öne çıkartıyor. Kuşkusuz bu emekçilere kurulan büyük bir tuzaktır.

İşçi sınıfı ve emekçiler ancak örgütlü sınıf mücadelesini yükselterek bu oyunu tersine çevirebilirler. Kapitalizme, emperyalizme, savaşa, ırkçılığa ve sömürüye karşı mücadele yükseltildiğinde, emekçiler sermayenin faşist partilerinin tuzağına düşmekten de kurtulurlar.