Göçmenlerin olimpiyat oyunlarının gerçekleştiği şehirlerden uzaklaştırıldığı, 10 milyar euro’dan fazla paranın harcandığı 2024 Paris Olimpiyatları ne tür sportif “başarılara” sahne olacak bilinmez. Ama Filistin halkının yaşadığı acılara gözlerini kapatan bu olimpiyatlar, spordan çok acılara yabancılaşma ve siyasetin sporun üstüne düşürdüğü adaletsizliklerle anılacak.
Olimpiyat oyunlarının 33’üncüsü 26 Temmuz günü Fransa’nın başkenti Paris’te başladı. 2024 Paris Olimpiyatları öncesi yaşanan tartışmalar, emperyalist siyasetin spora etkisinin ne denli büyük olduğunu bir kez daha gözler önüne serdi. Sözde barış, kardeşlik, eşitlik gibi temaları simgelediği iddia edilen bu oyunlara Rus ve Belaruslu sporcular kendi ülke bayrakları ile kabul edilmediler. Buna karşın aylardır Filistin’de açık bir katliam gerçekleştiren İsrail devleti neredeyse olimpiyatların onur konuğu oldu. Sallanan koltuğunu kurtarma derdinde olan Macron Netanyahu’yu sarayda ağırladı. İsrail’i protesto eden sporsever hakkında ise Fransız devleti ve olimpiyat komitesi anında soruşturma açtı. Olimpiyat komitesi denilen mekanizmanın ABD ve batı emperyalizminin kuklası olduğu bir kez daha açığa çıktı. Yani bütün büyük spor organizasyonları gibi olimpiyatların üstüne de burjuva siyasetin pis gölgesi düştü. Böylece daha yarışlar başlamadan 2024 Paris Olimpiyatları’nın uyguladığı ayrımcı politikalarla tarihe geçeceği kesinleşti.
Bu durum elbette ilk kez yaşanmıyor. Geçmişte de olimpiyat oyunlarında buna benzer olaylar yaşanmış ve çoğu zaman sporcuların başarılarından daha fazla konuşulmuştu. Mesela Hitler, 1936 Berlin Olimpiyatlarını Nasyonal Sosyalizmi yüceltmek için kullanmaya çalıştı. Alman faşizmi alacağı sportif başarılarla kendini başka bir alanda daha ispatlamış olacaktı. Siyahi atlet Jesse Owens’ın olağanüstü başarısı, 1936 Olimpiyatlarını yükselen faşizmin gövde gösterisine çevirmeye çalışan Hitler’e darbe vurdu. Ama sporun nasıl siyasetin aracı haline getirildiğini gösteren sahneler asla unutulmadı.
Akla gelen diğer bir örnek ise, ABD’li koşucular Tommie Smith ve John Carlos’un 1968 Meksika Olimpiyatlarında madalya podyumuna çıktıklarında ırkçılık ve ayrımcılıkla mücadele eden Siyah Panterlerin işaretini yapmasıydı. Sözde barışın ve kardeşliğin savunucusu olduğunu iddia eden olimpiyat komitesi tehditlerin ardından iki sporcuyu da oyunlardan ihraç etti.
Olimpiyatlarla ilgili konuşulması gereken bir diğer konu ise sporun sınıfsallığıdır. Kapitalist düzende birçok insani ihtiyaç paranın konusu haline gelmişken sporun her dalının bundan etkilenmemesi imkansızdır. Gelişimi artıracak spor salonlarına erişimin imkansızlığı, uygun sporcu diyetlerinin neredeyse eve giren maaşlardan fazla olması, spor ekipmanlarının pahalılığı gibi birçok konu, işçi çocuklarının bırakın olimpiyatlara katılmasını spor yapmasını bile engellemektedir. Türkiye adına olimpiyat oyunlarına okçuluk branşında katılan ve 2020 Olimpiyat altın madalyasını alan Mete Gazoz’un başarılarının arkasında neler olduğuna bakmak, emekçi çocukları için olimpiyatlara uzanan bir kariyerin ne kadar zor olduğunu bizlere anlatacaktır. Omuzlarını geliştirmek için sekiz yaşına kadar yüzme kursuna giden Mete Gazoz, koordinasyonuna katkı sağlamak için de basketbol oynadı. Bunun yanı sıra görme ve dikkat yeteneğini geliştirmek için bir yıl boyunca resim kursuna giden sporcu, göz ve el koordinasyonuna katkı sağlamak için ise iki yıl boyunca piyano eğitimi aldı.
Sınıfların olduğu, toplumun olanaklarına ulaşımın para ile orantılı olduğu düzenlerde “yetenekli olmak”, “çok çalışmak” deyimleri sadece gerçeklerin üzerini kapatmaya yaramaktadır. Tüm bu imkansızlıklara rağmen aradan sıyrılmayı başaran birkaç örnek ise sözde sporda eşitliğin göstergesi olarak öne çıkarılmakta, üzerinden kahramanlık hikayeleri yazılmaktadır.
Oysa spor sadece yarışmadan ibaret değildir. Buna en iyi örnek Sovyetler Birliği’nin açığa çıkardığı spor anlayışıdır. Belli kusurlarına rağmen Sovyetler Birliği’nde spor yapması için herkese eşit olarak sağlanan haklar, başka bir spor kültürünün yansımasıydı. Sovyetler Birliği Anayasası’nda, herkesin eşit olarak spor yapma imkanlarına ulaşması insani bir hak olarak yer alıyordu. Yanı sıra Sovyetler Birliği öncülüğünde düzenlenen işçi olimpiyatları da bu farklı spor kültürünün başka bir ürünüdür.
Göçmenlerin olimpiyat oyunlarının gerçekleştiği şehirlerden uzaklaştırıldığı, 10 milyar euro’dan fazla paranın harcandığı 2024 Paris Olimpiyatları ne tür sportif “başarılara” sahne olacak bilinmez. Ama Filistin halkının yaşadığı acılara gözlerini kapatan bu olimpiyatlar, spordan çok acılara yabancılaşma ve siyasetin sporun üstüne düşürdüğü adaletsizliklerle anılacak.