Sonuçta ezilenler buldukları her fırsatta o silahı egemenlerin elinden söküp alır ve kendileri için bir silaha, insanlığın toplam zenginliğine dönüştürürler. Tıpkı, günü geldiğinde maddi üretim araçları üzerindeki sermaye egemenliğine son verdiklerinde yapacakları gibi…
Geçtiğimiz günlerde önce menajer Ayşe Barım gözaltına alınıp tutuklandı. Ardından onunla bağlantılı olarak kimi ünlü dizi oyuncuları ifadeye çağrıldı. Hatta bir kısmı hakkında yalancı tanıklıktan soruşturma açıldı. Bu yaşananlar AKP’nin bitmeyen Gezi nefretini, gelişebilecek yeni kitle hareketlerinden duyduğu korkuyu ve bu korkuyla toplumu nasıl baskı altına aldığını gösteriyordu kuşkusuz. Ama bununla birlikte AKP şefi Erdoğan’ın yıllar önce yakındığı “kültürel hegemonya kuramama” öfkesinin de bir dışa vurumuydu.
Onun kurmak istediği “kültürel hegemonya” çok daha kapsamlı bir konu aslında. Bu hegemonyayı kurabilmek için de ünlü oyunculara sopa göstermekten çok daha fazlasını yapıyor. Ama yine de toplumun gözü önünde olan isimlerin kendisine muhalif olarak görünmesinden hiç hazzetmiyor. Yaptıkları işlerin ne kadar sanat olduğu, sanatçı sıfatını ne kadar hak ettikleri elbette tartışılabilir. Ama yaşanan ve yaşanabilecek hareketli süreçlerde bu isimlerin, her fırsatta sığındıkları terör demagojisini zora sokacağından, bu hareketlere geniş toplum kesimleri nezdinde meşruiyet sağlayacağından kaygı duyuyor.
Bir yanıyla haksız da değil Erdoğan’ın bu “kültürel hegemonya” sevdası. Marks’ın da açıklıkla ifade ettiği gibi, egemenler sadece maddi üretim araçlarını değil, bilim, kültür, sanat dahil tüm düşünsel üretim araçlarını da kendi tekelinde tutmak isterler. Dahası onları hegemonyasını pekiştirmek için kullanırlar. Bu tarihin eski dönemlerinden beri böyledir. Mesela Antik Yunan’da mitolojik tanrılar halkın kafasında kolayca canlandırabileceği biçimlere dönüştürülerek, egemenlere hizmet eden bir araç olarak kullanılmıştır. Ya da birer sanat yapıtı olan ikonalar Hristiyanlığın yayılmasında büyük rol oynamıştır…
Dolayısıyla, egemen sınıflar düşünsel üretim araçlarını her zaman kendi tekelinde tutmaya çalıştıklarına göre, bir “araç” olarak sanatçı ya da oyuncu da Erdoğan’ın hizmetinde bir “saray soytarısı” ötesi olmamalıdır.
Ama bilim, sanat, felsefe ya da insanlığın düşünsel zenginlik ve birikimini taşıyan benzer alanlar aynı zamanda toplumun derinlerinde mayalanan kaynamayı da dışa vurur. Bu öyle bir mayalanmadır ki, baldıran otu ile ölüme gitmek Sokrates’i tiranların mutlak hükümranlığını sorgulamaktan alıkoymaz… Galile, Vatikan Kilisesi’nin tüm gücüne rağmen dünyanın yuvarlak olduğunu söylemekten geri durmaz… Victor Jara Şili Stadyumu’nda kırılan parmakları ile “Venceremos”u çalmaya devam eder…
Üretilen eserler bazen toplumdaki kaynamayı tarihe not düşer, bazen egemenlerin zorbalığını teşhir eder, bazen ezilenlerin verdiği mücadelenin simgesi haline gelir. Picasso’nun fırçasında Guernica, Orhan Kemal’in kaleminde “Bereketli Topraklar Üzerinde” olur, dile gelir…
Bazen sanatçıya yaşadığı çağın gerçekliğini anlatmak yetmez. Kendisini de dünyayı değiştirme kavgasının içinde bulur. Mayakovski’nin, Nazım’ın, Adnan Yücel’in dizelerinin, Ruhi Su’nun bestelerinin gücü tam da buradan gelir…
Bazense sanatçı kendi ekmeğinin ve özgürlüğünün peşine düşer. Caddeleri dolduran kalabalıklar ünlü bir oyuncuyu görmenin heyecanını taşırken, onlar ellerinde pankartlarla İstanbul’dan Ankara’ya bir yürüyüş gerçekleştirir, sosyal güvence ister, sinemada sansüre karşı çıkar. 1977 Kasım’ında Kadir İnanır’ın, Tarık Akan’ın, Türkan Şoray’ın yaptığı gibi…
Sonuçta ezilenler buldukları her fırsatta o silahı egemenlerin elinden söküp alır ve kendileri için bir silaha, insanlığın toplam zenginliğine dönüştürürler. Tıpkı, günü geldiğinde maddi üretim araçları üzerindeki sermaye egemenliğine son verdiklerinde yapacakları gibi…
O silahın taşıyıcılarının bir kısmı milyonlarla birlikte Gezi Direnişi’nin parçasıydı. Bir kısmı direnişin ruhunu sahiplendiği için, bir kısmı kendisini rüzgâra kaptırarak poz vermek için… Ama Gezi Direnişi’nin gücü ise ünlü oyuncuların da meydanda olmasında değil, direnişin kendisinin bir sanat haline gelmesinde yatar.