Sınıf hareketimiz uzun süren bir durgunluk döneminin ardından yeniden canlanma belirtileri gösteriyor. Kötüleşen yaşam ve çalışma koşullarının etkisiyle birçok fabrika ve işyerinde eylemler yaşanıyor. Ne yazık ki; bu grev ve direniş dalgası emek dünyasında ve kamuoyunda kendine gereğince yer bulamıyor. En fazla burjuva muhalefet partileri bu eylemleri AKP iktidarının emekçileri uğrattığı yıkımın göstergesi olarak zaman zaman anıyorlar. Düzen muhalefetinin daha solunda yer alan bazı siyasal partiler de görünürde bu eylemleri önemsiyorlar. Ama onların çoğu için de, AKP’ye karşı toplumsal muhalefeti güçlendirmenin bir alanı olmak dışında çok bir anlam ifade etmiyor. İşin en tuhaf yanı ise, normalde bizzat bu eylemleri örgütlemesi gereken sendika konfederasyonlarının eylemleri çoğu zaman boş gözlerle izlemesi oluyor.
Sınıf kitlelerinin kendisine gelince, mücadele eden bölüklerin sınıf kardeşlerinden de gerekli desteği alabildiğini söylemek güç. Geniş işçi kitleleri sınıf hareketinin parçalı, dağınık ve güçsüz olduğunun da farkında. Bıçağın kemiği delip geçtiği bugünkü koşullarda artık mücadele dışında bir şanslarının olmadığını görüyor olsalar da, ne birbirlerine ne de kendilerine öncülük etmesi gerekenlere güvenebiliyorlar.
İşçi sınıfının birliğini sağlamak, güçlenmek ve ilerlemek için daha çok direnişe, greve ve eyleme ihtiyacı olduğu açık. Zira işçiler her şeyden çok kendi mücadele deneyimlerinden öğrenirler. Birikimlerini mücadele içinde sağlarlar.
Yoğunlaşan işçi eylemleri, geniş emekçi kitlelerin içinde bulunduğu ekonomik ve sosyal sorunların doğrudan bir sonucu olarak yaşanıyor. Aynı zamanda işçi hareketini içinde bulunduğu geri mücadele düzeyini aşıp ileriye çıkmaya zorluyor. Ancak mevcut bilinç ve örgütlülük düzeyi düşünüldüğünde, bu çıkışın öyle kolay yaşanamayacağı da bir gerçek. Bunun böyle sürdüğü koşullarda, tek tek gerçekleşen grev ve direnişler, ne kadar güçlü olurlarsa olsunlar, en iyi durumda ancak sınırlı kazanımlar elde edebilirler.
Bu açmazı aşmak ve güçlü bir çıkışı gerçekleştirmek için sınıf içi dayanışmanın artırılmasına ihtiyaç var. Ortak mücadele zeminlerinin güçlendirilmesi, mevcut örgütsüzlük sorununa çözümler bulunması gerekir. Sendikaların işbirlikçi ya da teslimiyetçi bürokratların tahakkümünden kurtarılarak yeniden sınıf örgütlerine dönüştürülmesinin sağlanması gerekir. Ama hepsinden de önemlisi, sermaye sınıfının işçi kitleleri üzerinde kurduğu ideolojik, siyasal ve kültürel hegemonyanın kırılması gerekir.
Emeğin Kurtuluşu Gazetesi, bu görevlerin yerine getirilmesi çabalarının bir parçası olarak çıkıyor. Yeni bir gazete olması onun her şeye sıfırdan başladığı manasına gelmiyor. Tersine gazetemiz Türkiye işçi sınıfının on yılları bulan mücadele birikiminin üzerinden şekilleniyor. Yalnız tarihsel olarak Kavellerin, Singerlerin, 15-16 Haziranların, DGM boykotlarının, Tarişlerin, bahar eylemlerinin mirası üzerinden yükselmiyor. Güncel olarak Greiflerden, Metal Fırtına’dan, Gemi Söküm Grevi’nden, irili ufaklı yüzlerce mücadele deneyiminden besleniyor, bizzat onların yaratıcıları tarafından çıkarılıyor. İdeolojik gıdası ve dünya görüşünü işçi sınıfının kurtuluşu, emeğin özgürleşme mücadelesinin 250 yıllık birikiminden alıyor. Tüm insanlığın kurtuluşunun ancak emeğin özgürleşmesi ile gerçekleşeceğini savunuyor.
Öncü işçilere emekçilere düşen en temel görevi yani birleşik, siyasal bir sınıf hareketini örgütlemek görevini kendi cephemizden omuzlamak, bu yönde gösterilen diğer çabalara destek sunmak için yayın hayatına “Merhaba” diyoruz. Sömürü, baskı ve adaletsizlik üzerine kurulu bu düzenden tüm insanlığı ancak sınıfımızın kurtarabileceğine inanıyoruz. İşçileri, emekçileri, kadınları, gençleri bu davaya omuz vermeye çağırıyoruz.