Bu ülkede “çocuğum nerede” demek suç!

Koyu bir karanlıkla boğulmak istenen milyonların “direnmek” fiilini hayata geçirmesinden çekiniyorlar. Cumartesi Annelerine uygulanan bu akıl almaz terör tüm topluma saray sopasıyla boyun eğdirme çabasıdır.

Bir ülkede demokrasi, insan hakları, adalet, hukuk vb. kavramların içinin nasıl doldurulduğuna bakmak, ülkeyi yönetenlerin zihniyetini anlamak istiyorsanız ne söylediğine değil ne yaptığına bakmanız gerekir.

1995 yılından bu tarafa her hafta cumartesi günü İstanbul Galatasaray Meydanı’nda bir araya gelen anneler, kaçırılan ve gözaltında kaybedilen çocuklarının akıbetini soruyorlar. Konunun politik içeriğini şimdilik bir kenara bırakalım. Bir anne açısından çocuğunu bulmaya çalışmak, akıbetini sormak, yaşayıp yaşamadığını öğrenmek, bir mezarı var ise yerini bulmayı istemek kadar doğal, insani ve haklı bir talep olamaz. Ancak Cumartesi Anneleri her hafta bu sesi yükselttikleri için gözaltına alınıyor, işkencelerden geçiriliyor ve susturulmaya çalışılıyor. Sıradan bir basın açıklaması yapma hakları yüzlerce polis eşliğinde işkenceli gözaltılarla ellerinden alınmak isteniyor. Neden? Gözaltında kaybedilen çocuklarının nerede olduğunu sormak neden gözaltı nedeni?

Bu sorunun cevabı sizleri doğrudan konunun politik içeriğine götürüyor.

1990’lı yıllar sermaye düzeninin birçok kirli-kanlı katliama imza attığı dönemler. Kontrgerilla saldırıları, gayr-ı resmi çeteler eliyle girişilen provokasyonlar, beyaz toroslarla sembol olmuş kaçırma ve gözaltında kayıplar ve daha nicesi… Dönemin içişleri bakanlarından Mehmet Ağar’ın “bin operasyon” yapmakla övündüğü, kendini düzene ve efendilerine kanıtlamak için çırpındığı yıllar. Bu yıllarda binlerce insan devletin resmi veya gayr-ı resmi tetikçileri tarafından kaçırılarak katledildi. Bunu bir dönem Erdoğan da gözyaşları içinde kabul etmiş ve kaybedilen insanların en azından kemiklerinin bulunacağına söz vermişti. Erdoğan’ın acıları istismar etmek için bile olsa kabul ettiği bu gerçeklik, şimdilerde yine baskı ve zorbalıkla yok sayılmaya çalışılıyor. ‘90’lı yıllardan bu yana devam eden ve sermaye devletinin mayasını oluşturan bu kirli-kanlı icraatların üstü örtülmeye çalışılıyor. Çünkü toplumun geniş kesimlerini ideolojik, politik, kültürel önyargılarla sersemletmek isteyenler, sömürü ve zorbalık ve yalan üzerine kurdukları iktidarlarını ayakta tutmak için buna ihtiyaç duyuyorlar. Her hafta saray iktidarının temsil ettiği kirli-kanlı geleneğin suratlarına vurulmasını hazmedemiyorlar. İçini boşaltarak sundukları demokrasi, insan hakları vb. söylemlerin boş söz yığınları olduğunun görülmesini istemiyorlar.

Bunlardan da önemlisi, her hafta gözaltına alınmalarına, işkenceden geçirilmelerine rağmen kararlılıkla alana çıkarak seslerini yükselten insanların olmasından korkuyorlar. Koyu bir karanlıkla boğulmak istenen milyonların “direnmek” fiilini hayata geçirmesinden çekiniyorlar. Cumartesi Annelerine uygulanan bu akıl almaz terör tüm topluma saray sopasıyla boyun eğdirme çabasıdır.