“Söz, yetki, karar işçi sınıfına”

İSPER’de yaşanan TİS süreci ile ilgili DİSK Enerji-Sen Genel Başkanı Süleyman Keskin ile konuştuk…

Geçtiğimiz günlerde İstanbul’da onlarca noktada İSPER’de yaşanan TİS süreci ile ilgili eylemler gerçekleştirdiniz. Sözleşme sürecinin durumu nedir?

6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu’nda yer alan ilk altmış günlük süreyi tüketmiş olduk. Geldiğimiz noktayı anlamak için ise aslında kısaca geçirmiş olduğumuz süreci anlatmakta fayda var. Biz Toplu İş Sözleşmesi sürecini kendi içimizde, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nda kesinleşmiş yetki yazısını almadan önce başlatmıştık. “Söz, yetki, karar işçi sınıfına” şiarıyla bir süreç inşa etmeye çalıştık. Öncelikle Toplu İş Sözleşmesi taslağının hazırlanabilmesi için tüm işçilerin sözünün, taleplerinin yansıtılabilmesi adına birimlerimizi oluşturduk. Aşağıdan gelen talepleri süze süze ve işçilerle birlikte ortak bir çalışmayla taslağımızı hazırlamıştık. Toplu İş Sözleşmesi görüşmelerine katılacak arkadaşlarımız ise her gün çalışma koşullarının zorluklarını, tehlikelerini birebir yaşayan; sonuç olarak ise yine işçilerin kendi içerisinden çıkardığı işçilerden oluştu.

Geldiğimiz noktada İSPER heyetinin masadan kaçmasına neden olan şey ise hiç alışık olmadıkları şekilde toplu iş sözleşmesi görüşmelerinde doğrudan işçilerle karşı karşıya gelmeleri, işçilerin itirazlarına maruz kalmaları oldu. Şimdiki durumda kanun gereği arabuluculuk başvurusunda bulunma ve arabuluculuk sürecine girmiş bulunmaktayız. TİS sürecinde eylemlilikler gerçekleştirdik; bunlar arabuluculuk sürecinde de devam edecek.

Gerçekleştirilen eylemlerin İSPER işçisinde ve kamuoyunda yarattığı etkiye ilişkin ne söylemek istersiniz?

İSPER işçisi dediğimiz aslında 696 sayılı KHK ile kadro vaadiyle kandırılan ancak halihazırda taşeron mantığıyla devam edilen İSKİ ve İGDAŞ işçileri. İşçiler bakımından şunları diyebiliriz aslında; burada yıllardır kurmuş olduğumuz temel örgütlenme basamaklarından birisi taşeron mantığına karşı bizlerin İSPER değil; İSKİ ve İGDAŞ işçileri olduğumuz üzerineydi ve özellikle bu eylemlerde doğrudan basın açıklamalarını işçi arkadaşlarımızın okuduğu metinlerde de yer aldı.

Bir diğer yandan yaşanan gerçeklik, bu işletmedeki işçilerin sosyolojik olarak bambaşka siyasal parti ve yönelimlerinin olmasına rağmen hedefin her zaman sermaye ve patrona yönelik olması gerektiğini de çok net bir şekilde öğretmiş olduğudur. Ne olursa olsun bir yandan seçim propagandası için belediye olarak sosyal yardımların altı kat artırıldığını söylerken diğer yandan konu İSPER işçisine geldiğinde 32 bin lira brüt ücret reva görülüyorsa işçiler de sınıf bilincinden yana tavır almayı öğrenmiş oluyorlar. Sonuç olarak yaşadığımız ve önümüzde yer alan süreç İSPER işçileri bakımından sermayeye karşı sınıf tavrının hayata geçirilmesi ve birlikte hareket etme, ortak hedef için birbirini ikna etme ve meşru ve militan hareket edebilme potansiyelini ortaya çıkarmış oldu. Kamuoyu bakımından ulusal kanallara kadar haklı taleplerimizin duyurulması ayrıca sahada bu işin devamlılığı bakımından teşvik edici oldu.

Bu eylemlerin uzun bir örgütlenme sürecinin ürünü olduğunu biliyoruz. Sürecin örgütlenme deneyimi açısından işçi ve emekçilere ne gibi dersler bıraktığını düşünüyorsunuz?

Aslına bakıldığında İSPER’de sendikamız adına üçüncü örgütlenme döneminin içinde olduğumuzu söyleyebilirim. Yaklaşık beş buçuk yıllık bu süreçte iki kere çeşitli hukuka aykırı müdahalelerle yetkinin ucundan dönmüş olsak da söylem ve taleplerimizde haklı olduğumuz konusunda bir birlik oluşturmuş olduk. Bu inanç ve inadın bir sonucu olarak içinden geçtiğimiz bu süreci yaşamış oluyoruz aslında; aslolan devamlılık diyebilirim.