Bugün dünyadaki en güçlü, en saldırgan, en vahşi emperyalist güç ABD’dir. Bundan dolayı seçimler üzerine çok konuşuldu. Trump’ın seçilmesi ile tartışmalar farklı bir şekil aldı. Tartışmaların odağında savaşlar var. Çünkü hem Ukrayna’daki savaşın hem Gazze ve Lübnan’daki soykırımın gerisinde Amerika var. Güç kaybeden bu emperyalist devlet “dünyanın tek jandarması” olma konumunu savaşlarla, yıkımlarla, katliamlarla koruyabileceğini varsayıyor.
5 Kasım’da yapılan ABD başkanlık seçimlerini Cumhuriyetçilerin adayı Donald Trump kazandı. Trump’ın Demokratların adayı Kamala Harris’e fark atarak kazanmasının, Amerika’da olası bir iç savaşı önlediği düşünülüyor.
Kazanmaması durumunda seçim sonuçlarını tanımayacağını aylar öncesinde ilan eden Trump, “Ben başkan olmazsam Amerika’da kan akacak” demişti. Bu da bir iç savaş ihtimaline işaret ediyordu. Zira tahminlere göre Trump destekçisi aşırı sağcı ya da faşistlerden oluşan 70 milyon silahlı kişi var. Amerikalıların evlerinde ise toplam 300 milyondan fazla silah olduğu tahmin ediliyor.
***
Bugün dünyadaki en güçlü, en saldırgan, en vahşi emperyalist güç ABD’dir. Bundan dolayı seçimler üzerine çok konuşuldu. Trump’ın seçilmesi ile tartışmalar farklı bir şekil aldı. Tartışmaların odağında savaşlar var. Çünkü hem Ukrayna’daki savaşın hem Gazze ve Lübnan’daki soykırımın gerisinde Amerika var. Güç kaybeden bu emperyalist devlet “dünyanın tek jandarması” olma konumunu savaşlarla, yıkımlarla, katliamlarla koruyabileceğini varsayıyor. Siyonist İsrail’in Gazze ve Lübnan’da sergilediği sınırsız barbarlığın arkasında ABD’nin yanı sıra Almanya, İngiltere gibi emperyalist güçler de yer alıyor. Gazze’de çocuklar ve kadınlar başta olmak üzere Filistin halkının topyekûn katledilmesi de Ukrayna’nın savaş cehennemine atılması da Amerikan hegemonyası devam etsin diyedir.
Bugün tartışılan, dengesiz bir faşist olan Trump’ın bu savaşlar konusunda ne yapacağıdır. Ortadoğu’yla ilgili mevkilere atadığı kişilerin soykırımcı İsrail’in fanatik destekçisi olmaları, savaş ateşinin bölgemizde yayılma riskini artırıyor. Ukrayna konusunda ise belirsizlik sürüyor. Kimilerine göre Trump, ABD’nin “esas düşmanı” ilan edilen Çin’e odaklanacak.
Tartışmaların, analizlerin, öngörülerin merkezinde savaş var. Bu ise emperyalist-kapitalist sistemin dünyanın işçi ve emekçilerine savaş, yıkım ve ölümden başka sunacak bir şeyinin kalmadığını kanıtlıyor.
***
Trump’ın seçilmesine en çok sevinen ırkçı-faşistler oldu. Avrupa’da göçmen düşmanlığı yaparak güç kazanan faşist partiler bayram ettiler. Trump’ın seçilmesini kendilerinin zaferi saydılar.
Bu arada Trump’ı ilk kutlayanlardan biri soykırımcı Netanyahu olurken, diğeri ise on milyonlarca işçi ve emekçiyi aileleriyle birlikte sefalete mahkûm eden saray rejiminin başı Erdoğan oldu. Erdoğan’ın kutlama mesajına “dostum Trump” diye başlaması dikkatlerden kaçmadı. Vaazlarında İsrail ve ABD’ye “sert” laflar eden Erdoğan, iş pratiğe gelince ise, ne soykırımcı siyonist rejime savaş malzemeleri ve petrol taşımaktan vazgeçiyor ne de ABD ile NATO’ya hizmet etmekten geri duruyor.
***
Halklar için daha çok yoksulluk, yıkım ve ölüm getiren savaşlar, sermaye medyasında “normal” olaylarmış gibi konuşuluyor. Soykırım ve faşizm tehlikesi de öyle. Oysa hiçbir onurlu ve vicdanlı işçi ve emekçi bunları normal göremez. Zira bunlar insanlığa karşı işlenen ağır suçlardır. Bu suçların yayılma sürecinde olması ise tüm halkların geleceğini tehdit ediyor. Çünkü Biden gibi Trump da bir savaş kundakçısıdır.
İşçilerin ve emekçilerin bu olaylara seyirci kalması artık mümkün değil. Filistin’de ve Lübnan’da soykırıma maruz kalan halklarla dayanışma içinde olmak, asgari bir insani sorumluluktur. Emperyalizme, savaşa ve faşizme karşı mücadele etmek ise geleceği kazanmanın tek yoludur.